21 Aralık 2010 Salı

korkular üzerine

dibi var mı düşmelerin?
beyaz hayallerden,
karanlık korkulara,
ani düşmelerin,
var mı dibi,
-siyahtan da ötesi-
korkularımızın?

20 Kasım 2010 Cumartesi

hata

Bir daha asla yapamayacağın hataları
sakın yapma!
bir hatayı iki kez yapabiliyorsan,
aptal değilsin!
yapabileceğin hatayı bir kez daha yapma imkanın
olduğu ölçüsünde,
o hata önemsizdir.

beş karınca bir ağustos böceği

beş karıncalı bir hane,
keyfi cahillikleri keyfidir.
durum; cebindeki ekmek kırıntısı,
kulağında ağustos sesi,
bizim ağustos kandırmış mı dersin
karıncaları;
alem yapıyorlar kış vakti,
beş karınca bir ağustos böceği...

12 Kasım 2010 Cuma

kafiyesiz kasımlar..

artık soğumuş bir bardak çay bekler beni,
semtler arası transit yolculuk olarak algılamışımdır ben hep taksiciliği..
ve tabii ki bir de küfretmek serbestisi..

kasım'da güneş ısıtmazmı sanırdın paltolu..
kısa kollu gömleğimi büründüm bugun üzerime..
istanbul can yakar gibi yakıyor mübarek..

salak bir mutluluk var bugun içimde..
salak bir mutluluk olur mu?
mutluluk zaten salakça birşeydir!
gülümsememin nedeni mutlu olmamızdan mı?
adam olanı güzel olan gülümsetir!

hadi bir bira aç da serinleyelim..

9 Kasım 2010 Salı

çırpınışlar

kendi kendisine bile yetemiyordu zaman,
çırpınışlar zamana ayak uydurmak için,
belki bir gün birkaç saat de olsa fazladan,
uyuyabilmek için...

8 Kasım 2010 Pazartesi

sorular mimlenmişti, iki dudak arasında paketlendiler. görülmedi böylesi..
ya çıkacaktı ağızdan, ya yutulucaktı, ya da ağızda çürüyecektiler!
onlar sorulmayı beklediler, dilin altına yığıldılar, görülmedi böylesi!
kimi çıktı ağızdan, kimi yutuldu, kimiyse ağızda çürük şimdi...

soruldu da ne oldu?
bulunmuşmudur cevabı?
cevaplarını kendi bulmaya terkedildiler!
-görülmedi böylesi-
-ya yutulunalar unutuldu mu? dedi mi birisi,
cevabını bilse de duymak istiyor gibiydi..
yutan sustu,
zaten kimse dinlemediğindendir ki belli;
sadece sustu!
içinden konuştu ama:
-yuttuklarının olduğu yerden!-
geriye kalanlarsa ağızda yara..

24 Ekim 2010 Pazar

uçur uçurtmacı

umut üzerine yazmayı uzun süre önce bırakmış gibiyim.
kırmızı ceketli eski bir gülümseme hatrına, kalemimden çıkan umut kelimesi..
öyle bi işlemişim ki ümidi yüzüne,
sanki unutmamak için, bir yere not bırakmış gibi..

ve hayat çığrından çıktı, dediğimde, havada bir tane uçurtma yoktu;
-diyecekmiydim bir gün böylesini,
ama dedim işte..-

okulunu seven bir ilkokul çocuğu havasından
uzun süre önce sıyrılmış gibiyim,
kadere 'felek' denilen zamanlara yaklaşmışım;
nefesimden ettiğim küfürleri duymakta,
keşkelerimi çoğaltmaktayım yakın geleceğimde,



kendine bile yetememekten şikayet eden uçurtmacı!
uçurtma anlamını değiştirdi..
eski dilinde şu birkaç kelime acıtıyor kulağını,
-yeniden-
''uçurtmayı uçuramayan uçurtmacı''
''uçurtmayı uçuramayan''

sen yine de kaybetme ümidini..
'uçamayan uçurtmalardan örülü bir hayatım var' deme..
biliyorum zor, ama bul biyerlerden yine o nadide ışığı,
ve herşeyden önce kendine umut ol!
ve uçur uçurtmacı..

mutluluk eken, hüzün biçer

banknotlar dolusu hüzün yağacak tepemize taş niyetine..
saçtığını mutluluk mu sanarsın?
ve sen!
gözyaşı niyetine banknot yağdıran!
boğaza karşı kıçımızı dayadığımız yere adını veren!
İşte! böyle uyuttun bizi yıllardır; boğaza karşı..

20 Ekim 2010 Çarşamba

bugun bi an gokkuşağı çıkacak sandım,
altından geçsem diye hayaller kurdum,
olmayan gökkuşağından..
uzun süreden beridir, var olandan öte,
ardını düşündüm gördüğümün,
ve bir an için de olsa çözdüm boğazımı sıkan,
kör düğümleri

bugün bi an gökkuşağı çıkacak sandım şehrin ortasından,
uçurtmamı uçurdum şah damarıma bağlayıp,
o kadar güvendim ki yağmura,
uçurtmamı emanet ettim..

19 Ekim 2010 Salı

saygı

sonu 'ovski' ile biten,
çılgın şairlere saygıyla
eğilerekten,
atilla ilhan'ın dizlerine kapanıyorum..

midemdeki karınca yürüyüşleri-3

kalbinizin 3 dakika daha atacağının garantisini verebilirmisiniz?

hiçbirşey kendiliğinden değildir, -o kazığı biri oraya koymuş olmalı-

3 dakika sonraki olası ölümüme selam ediyorum..

12 Ekim 2010 Salı

kulislerdeki aynalar

sahnelerde ne anlatılır?
ne anlatılır da gülersiniz insancıklar..
asıl oyun kulistedir,
ve bir tiyatro, kulisteki aynanın görüntüsü kadar gerçektir..
gerçek olan tek şeyse yalandır..
koskocaman bir yalan anlatılır sahnelerde..
sizi anlatır sahneler..
sağı sol ,solu sağ yapar ya aynalar..
onun gibi işte..

bir oyuncu düşünün,
düşündünüz mü?
size benzediği kadar oyuncudur..
aynadaki görüntünüz size benzediği kadar mı sizindir?
bir düşünün!

dünya gibi! basit mantık!
döndükçe yaşarsın..
gerçkten yalana,
doğrudan, yanlışa..
yaşamak mı istiyorsun?
o zaman şanslısın..
çünkü sen dönmezsin..
dünya zaten döner..

özlemek

özlemek,
uzun süre görememekten, sesini duyamamaktan...

özlemek,
yanında olsan bile gözlerinin içine bakamamaktan..

özlemek,
sarılamamaktan geceleri, üşümekten..
titremek, sadece titremekten üşümek,
sırf bu yüzden hasta olmak belki,
soluk alamamak bazen, hıçkırmak..
hıçkırıyorsun diye ağlamak belki özlemek..
bir eylül akşamı olabildik mi? ne dersin?
kuru yaprakları bile imrendirebilir miyiz birlikte yürüyüşlerimizde?
belki bir sonbahar resminin ahengiyiz?
ya da kışın?
farkedermiydi kış olsa ya da yaz?
ahengine kapılmışız dünyanın..
değişir.. mevsimler bile değişir o resimde de..
değişmeyen bir tek biz kalırmışız gibi,
imrendiren..

11 Ekim 2010 Pazartesi

..

ümidi öğrettiğiniz zaman..
bir insana umut aşıladığınız zaman..
çuvalınızdan bir parça..
herkese,
yetecek kadarmış sanki..
ama bir gün kendine kalmaz..
kalmazsa,
sen, sen olmazsın belki ama,
olacağına varırsın!

güvercin ve martının ortak kaderinde yazılıdır insanlığın kaderi

değişik bir gürültü oluşturdu minik adımların sesleri,
bağırışsız, çığlıksız, fısıltısızdı,
sessiz değildi..
martılar ki bu gürültüden huysuzlanırlar..
insanlar ki huysuz martıları sevmezler..
ama kimi insanlar vardır ki,
onlarda bir bütündür martı sesiyle deniz..
gözleri boyalı insanlar..
bilmezler martıların güvercin kalbiyle beslendiğini,
ve güvercinlerdir ki,
kalpleri bir bebeğinki kadar günahsızdır..
ve işte bir bebektir ki bir insan olur bir gün,
gürültünün bir parçası muhakkak,
ya martı sesini seven,
ya da sevmeyen..

29 Eylül 2010 Çarşamba

üşüdükçe aşık, ıslandıkça gözü yaşlı birçok kimseli bir adam, öğle saatlerinin en güneşli havasının ıssızlığında, güneşe doğru yürüyordu.. hava gittikçe ısınıyor, adam ısındıkça yanıyordu.. sanki biri ona yanmasını öğütlemiş gibi.. kendi kendine yanıyordu.. başladığı gibi yalnız, sadece bitiyordu..

özenli seçimler

seçersin,
özenle seçersin de..
yerini, kişisini..
seçemezsin ki zamanını..

erken gelme,
geç gitmeme telaşlarındayken,
kaybedersin seçimini..
özenle kaybedersin hem de,
yerini, kişisini..

seçersin,
özenle seçersin de kelimesini,
söyleyemezsin ki kağıdına yazdığını...

her bakış bir mektuptur çoğu zaman,
seçersin,
özenle bakarsın da gözlere,
seçemezsin ki sahibini...

16 Eylül 2010 Perşembe

yürüyüşlerim

zamansızlığımdan sızdı..
zamanımın içine karıştı..
bütün zamanım,
sen,
bütün sakarlıklarımın en güzel sebebi,
unutkanlıklarımın..

aklımdan çıkmazcasına,
bir müzik üstadını dinler gibidir artık,
yalnız yürüyüşlerim..
öylece gülümserim,
öylece dinlerim,
kalabalıkların arasından seni bulup
çıkarmışçasınadır,
yürüyüşlerim..

ve bir de seninle yürüyüşlerim vardır,
kendimi şanslı hissedişlerim vardır,
o an umrumda olan gözlerin vardır,
umrumda olmayanlar o kadar çokturlar ki o an,
-vapurdaysak mesela; deniz,
hatta bazen ortaçgil-
orası,
zamansızlığımın başladığı yerdir...

5 Eylül 2010 Pazar

hikayenin kaderi

tükendiğin anlarda kalemimden damlayan,
birkaç damla mürekkep lekesi,
umarsızlığına duyar katar biraz gece vakitleri,
tıkandığın yerden kurtarmak kendini,
birkaç damla mürekkep lekesi,
kendim için..

uğruna yazılmış hikaye kalmadığını hissettiğin anlarda,
aslında senin için bir hikayenin giriş cümleleri henüz başlamıştır,
kağıtlar tuzlu gözyaşından,
bazen denizden..
hikayenin kaderi, tuza bağlıdır..
tuzu tadıdır..

işte birkaç damla mürekkep lekesi,
birkaç yazılamamış sıradan hikaye üzerine,
ne şiirler götürdü uçurtmacıdan,
ne hüzünler getirdi tuzundan,
her seferinde ,seferin sonundaydı bir yerinden,
ama gidişler yazılıydı mürekkep lekeleriyle,
-gidişler ki lekesiz olamaz-
o gidişler ki kalanlar bilir en iyi
tuz kokusu yoksa,
mürekkep lekesindendir hüznün resmi..

4 Eylül 2010 Cumartesi

tiyatro

oyunlar sahnelerde oynanır mı sanırsınız?
kulislerdir, oyunları yöneten, oynatan..
sahneler sadece siz izleyesiniz diyedir..
perdeler oyun oynansın diye açılır,
sahnede değil, kuliste..
asıl oyun, kulislerde oynanır..

28 Ağustos 2010 Cumartesi

bir gidiş hayal ediyorum,
anlamı dönmeyişlerde saklı,
dönmedikçe ben, anlaşılamayacak!

25 Ağustos 2010 Çarşamba

istanbul

orhan veli şiirinden çalma bir sabah hayal ediyorum, bir sabah hayal ediyorum, uçurtmanın renginde ebemkuşağı, uçurtmanın ardında, birbirine karışmış...

istanbul, orhan veli'den kalma kibiriyle izliyor gökkuşağını, gökkuşağı, yağmurla geceye el sallıyor.. istanbul'sa dışında bütün bu olayların, izliyor.. kendiliksiz..

atilla ilhan'ın istanbul'u çok şey kaybetti bu hayallerde, yağmur'unu gece'sini, birlikte kaybetti.. şimdi orhan veli'nin kibiriyle, uçurtmasıyla ve ebemkuşağıyla yine yağmur ve gecenin yolunu gözlüyor...

24 Ağustos 2010 Salı

umut ve ümit hakkında anlamı açık kafiyesiz bir yazı

bir insana ümidi öğrettiğiniz zaman,
büyük sorumluluk altına girersiniz...
işiniz omzunuzun üstündeki yükse,
omzunuzun üstündeki yük,
ümitse birilerine, çare yok!
o ümit karşılığını sen de bulacak...
-bende biliyorum ki bir zamanlar,
tek ümidim o umutların omzuma yüklenmesiydi-

insanlara ümit olduğunuz sürece güzel insansınızdır.
ki o insanlar böylece size ümit olurlar.
yeter ki farkına varın!

bezense umut tek insandadır.
klişeleşmiş amerikan filmlerinin tek kahramanı olmaktan bahsetmiyorum.
bazen umut tek insandadır.
sen ona umut olduğun sürece,
o senin tek ümidin olabilir.
yeter ki değerini bil.

hadi kardeşim, sıhhatine...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

tek

birikiyor kimseye anlatmadıklarım,
ne kadar anlatmazsam,
o kadar çok susuyorum,
o kadar çok susuyorum ki,
kimseyi dinleyemiyorum...

anlaşılan yakında hayatımdaki tek,
yok, bu şiirde hayatımdaki 'tek' ler yok...

22 Ağustos 2010 Pazar

pencere

doğduğum şehrin sokaklarından kalmayım bu sabah,
genel olarak akşamlarından sabahlarına,
uyku haliyle ayıklık hali arasında, bir zaman dilimi geçirmekteyim,
sırtımı birlikte büyüdüğüm insanlara dayadım, izliyorum...

kendimi dışarıdan izleyebildiğim tek pencere burada,
etrafımdaki insanlarla birlikte görebiliyorum kendimi buradan,
sevdiklerim ve sevmediklerim aynı tablonun bir parçası,
yıllardır bakarım bu pencereden,
bugün öğreniyorum...

21 Ağustos 2010 Cumartesi

bağlılık kaderimize ve kendimize

neresindeyiz kaderimizin?
tam olarak hangi adımındayız,
kitaplar dolusu mu anlatacaklarımız?
yoksa..
bir hiç olmak mı niyetimiz?

kendimizden önce gelenden bir farkımız olmalı, değil mi ya?
bizden sonra geleceklerden her türlü farklı olacağız nasılsa..
uçurtmalara bağlı ya kaderimiz,
gece yıldızları görebilmemize bağlı,
biraz mürekkebe bağlı,
hepsi biraz kaderimize bağlılık,
bağlılığımız ölçüsünde ayrıyız kaderimizden..
tersten bağlıyız yani,
düzden yaşadığımız ölçüsünde...

20 Ağustos 2010 Cuma

hasret eksikliktir..

hasret eksikliktir,
kelimelerin sınırlarını zorlayan,
sözlüklere kapalı anlamlar sokan,
geçimsiz, geçmeyen,
belki de beraberinde büyük fazlalıklar getiren,
büyükçe bir eksikliktir...

bazı anlamlar zıt anlamlarında bulur kendini,
kavuşma gibi mesela,
ayrılıkta bulur kendini..
bu yüzdendir ki bilinmez ayrılığın değeri,

soğuk, sıcakta bulur değerini,
yakınlık uzaklıkta bulduğu gibi,

yine de bazı hayatlar zıtlıklarda bulur kendini,
en yakının, çok uzaktaysa mesela,
ya da yazın ortasında geceleri üşüyorsan,
belki de ısınmak için tek çaren kışın gelmesi,

hasret zordur, bu yüzden değerlidir sevmeler, kavuşmalar,
eksikliktir hasret, yalnızlık çektirmez adama,
beraberinde bir sürü fazlalık getirir!

eksikliğimi paylaşıyorum seninle, ki eksikliğim sensin!
kendi kendime kendimce değil,
seninle, ben ve sen, bizce!

17 Ağustos 2010 Salı

saçları vardı bir de...

sonra saçları vardı,
kokusu vardı saçlarının,
sanki,
bir de saçlarıyla,
onunla konuştuğum gibi,
sanki..
onun gibiydi saçları,
bütün güzelliklerine rağmen,
onun gibi,
sanki,
bir makasa kırgındılar...
sanki saçları,
onun gibi,
onun bana güvendiği gibi,
ondan önce bırakmışlardı kendini...
sanki,
bir de saçlarıyla,
onunla konuştuğum gibi,
sanki konuştum,
kokusunu gezdirirken göğsümde,
saçlarının!

ev

'ev'
bir insan hayatındaki önemli bir yerdir.
'ev'
insanı insan yapan yerdir.
'ev'
bazı bakımlardan, insanın büyüdüğü yerdir.
'ev'
doyduğum yerdir de
'ev'
doğduğum yerdir de,
'ev'
sevdiğimin olduğu yerdir,

yani, heryer benim evim,
ya da,
evsizim!

15 Ağustos 2010 Pazar

bir nietzche güncellemesi

'kitaplar afyondur' desem?
desem ne çıkar?
çünkü bilirim,
kalemler sihirbazın asasıdır...

kalemler defter doldurmak için,
bazı defterler kitap olmak içindir,
o defterler ki,
çoğaldıkça 'para'lanır, satıldıkça 'para'lanır
'para' landıkça da okunmaz aslında ama,
bundan kalemin haberi olmaz.
neden?
kalem yazdıkça yazar çünkü...

bence en değerlileri raflardır..
onlar kitap saklamak içindir,
neden?
saklarsa kitapları,
tozlansa da o kitaplar kitaptır,
kabul biraz da gösteriştir ama,
o kitabı oraya koyan okumasa da,
birileri mutlaka okur..
ki afyondur bazen bize rüyalarımızı gösteren,
ve bilirsiniz ki, rüyalar bazen gerçek olur..

bol kedili bir hadise

bol kedili bir bahçeydi... eski ev sahibi çok severdi kedileri, kediler de sütü çok severler bilirsiniz... hayat boyu bir anlaşmaydı onlarınkisi.. hem kediler için, hem de eski ev sahibi için bir kap süt, arkadaşlık değerindeydi...
'bir hayvanı bir kap sütle satın almak' gibi bakardım küçüklüğümden beri bu hadiseye... ta ki yeni ev sahibini o kedileri kovmaya çalışırken görene kadar...

13 Ağustos 2010 Cuma

senden önce, senden sonra...

senden önce;

bir mide bulantısı üzerine,
işaret parmağımı gezdirsem damağımda,
kaç kadın kusardım etrafa?

zehirlenmiş hayatlarla zehirlenen,
sindirilemeyenleri içinde sindiren bir hayat,
her neyse,
kaç kadın kusardım etrafa?

hani bir zincir,
bir parçası tekine bağlı ya,
o yüzden bir zincir..
ayrı olsa her biri; halka,
her halukarda maharet ipi ortasından geçirmekte,

yine de bir parçası diğerine bağlı ya,
kolye yapmaya benzemiyor meret ki şiir olsun,
zincir bozmaya benziyor,
kendini bozuyor,
kendimi bozuyor,

bir kafesin içine sığmayan bir sürü insan,
kafesin sahibi, daha büyük bir kafeste duramayan bir insan,
her neyse,
kaç insan kusardım etrafa,
bir mide bulantısı ki içimde,
kusturtmuyor...

senden sonra;

her şey güzel olacak,
böyle,
kuru yaprakları tuz buz edeceğiz,
martılara nispet yapacağız,
göçmen kuşlara
beraber el sallayacağız...

her şey güzel olacak,
böyle,
ben bir okul çıkışı,
sevgilim bugun yağmur var diye yanına koşacağım,
sense ben hep vardım ki diye
bakacaksın gözlerime...

güneş, geceye baskın gelememeye başlayacak,
böyle,
her gün biraz daha güneye kovacağız,
ısıtamayacak ya,
biz de biraz daha sıkı sarılacağız her gün...

her şey güzel olacak sevgilim,
işte böyle...

...

içinde gitmeler olup da gelmeler olmayan kitaplardır,
ki bu kitaplar terketmeler üzerine yazılmıştır,
acı anlatır,
nefrete dönüşür!

gidip de gelecek olmalarsa başka kitaplardır,
ümit anlatır,
kavuşmaya dönüşür!
işte o kitaplar sevgilim,
beklemeleriyle büyür...

güneşin doğuşu üzerine denemeler

gündüzlerimi öldürüyorum zaten,
ama gecelerim senindir.
güneşi görmek de uyutmuyor artık ya,
-en son ne zaman izlemedim güneşin doğuşunu-
neyse,
uyanmanla uyuyormuyum?
uyanmana mı bağlı uyumam?
sanki,
dunyamı emanet edebileceğim,
bir sen varsın gibi..
istanbul'u sana bırakmak gibi,
sanki...

ki sanma sakın yalnız bırakmaktı amacım,
sen emanet ediyorsun ya bana geceyi,
öyle işte,

sen de bilirsin sevgilim!
ne gündüzü başıboş bırakmalı, ne geceyi,
hele ki istanbul'u..

12 Ağustos 2010 Perşembe

cuthbert allgood

ait olmak konusu düşmese de dilinden,
aidiyeti önemsemedi,
kendisi olmayı önemsemedi!
onun kalemi,
ta kendisiydi!

bir tetik hareketi gibi,
kulak zarlarını patlatabilecekken,
kendi kaleminde, kendi kendine,
şimdi aradığına sövüyor,
neden bulunamadı diye..

siz bilirmisiniz bir tetik hareketi ne kadar gürültü çıkarır?
kaç kulak zarı patlatır?
cuthbert bilir, ben unuttum!

...

ne güzel söylemiş edip'im;
'orda olmayan gövde
yüreklere dolar,
damarlara...'

peki ya gözler?

uçurtmacı altta kalır mı?

uçurtmacı da altta kalır mı? sinirlenir geceye...

ne yani sen!
gece!
belki sadece bir zaman dilimi!
-ki çok daha küçük dilimleyebilirim kendi kaderimi-
sırf güzelsin diye mi bırakacağım kendimi!
ya insanlar!
ya insanlar!
sen!
gece!
sabretmeyi bilseydin zaten!
her gün gündüze dönmezdin!

geceden uçurtmacıya cevaplar: 1

sen!
uçurtmacı!
senin yüzünden!
ben!
gece!
varoluş sebebime yetemiyorum!
sırf sen!
uçurtmacı!
uçurtmanı uçur diye!
ben!
gece!
yağmurumdan uzağım!

her şey güzel olacak!

her şey güzel olacak,
böyle,
kuru yaprakları tuz buz edeceğiz,
martılara nispet yapacağız,
göçmen kuşlara
beraber el sallayacağız...

her şey güzel olacak,
böyle,
ben bir okul çıkışı,
sevgilim bugun yağmur var diye yanına koşacağım,
sense ben hep vardım ki diye
bakacaksın gözlerime...

güneş, geceye baskın gelememeye başlayacak,
böyle,
her gün biraz daha güneye kovacağız,
ısıtamayacak ya,
biz de biraz daha sıkı sarılacağız her gün...

her şey güzel olacak sevgilim,
işte böyle...

bilinmek üzerine kısa diyaloglar

-dostum bilirsin?
-bilrim dostum, bilirsin!
-biliriz
-bilmezler!

uçurtmacı & cuthbert allgood

11 Ağustos 2010 Çarşamba

ben gelemem, sen git biraz dolaş!

yapılacak işler var, sessizlik içerisinde anlamlı gürültüler çıkarmalıyım mesela. küçük bir şehrin içindeki eski büyük adamım. büyük adam olacak diye diye büyüttüler beni. oysa yok gibi bir anlamı, büyüdüğün şehir kadar büyükmüşsün gibi.

yapılacak işler var, insanlara duvarları yıkmanın zevkini tattırmalıyım mesela. o insanlar ki küçük şehrin koca yürekli, değerli ama yine de küçük insanları. hepsi kendi hikayelerinin en büyük kahramanları. bense onların hikayelerindeki anlatıcı olmaya çalışıyorum işte.

yazamam ki ben insanların kaderini! içimdeki dürtü neden öyleyse? ideali göğüs kafesimde taşıyor gibiyim, sanki onlar da görebilecek gibiler, göremiyorlar ama! görebilecekler mi? küçük şehrin, aklını kaçırmış delisimiyim yoksa?

nasıl olursa olsun! ne olursa olsun! sonunda ne varsa var! buralarda karanlığı tanıyan tek adam benim! bunun sorumluluğunu taşıyabilecekmiyim bilmiyorum! ama düşünsene, ya taşırsam? ya kaldırırsam bunu? bu yüzden, ben gelemem, ama sen git biraz dolaş!

10 Ağustos 2010 Salı

o an

'sen çok güzel bir adamsın' dedi,
sarıldı, sıkıca...
hiç bırakmayacakmışçasına..
o an,
ağlamak istedim,
tabiki ağlamadım,
o anı böyle anlattı sonra;
'sustum,
sustu,
sustuk'
hayır, biz aslında o an,
çok şey konuştuk...

uçurtmacıdan öğütler no:4

aşkta dikkat onemlidir,
işlem yanlışları götürebilir bütün soruyu,
unutma,
sevdiğin kadını sen seçersin aslında,
dikkat önemlidir aşkta...

aşkta güven önemlidir,
sen seçersin ya sevdiğini,
kendine güven önemlidir o yüzden..
hem sevdiğin kadının,
bir gün en çok güvendiğin insan olacak olma ihtimali var ya,
mutlu ederse seni bu,
aşkta güven de önemlidir...
hem gözler de arıyorsa gözleri,
gerisi zaten gelir...

buse bebek!

o yeni bakmaya başladı hayata,
20 yıl geriden gelicek,
ve 20 yıl sonra bugun benim düşündüklerimi düşünecek..

sen, buse bebek..
benim yaptığım hataları yapma olur mu?
benim kadar şanslı olamayabilirsin!

9 Ağustos 2010 Pazartesi

gece-karanlık-hüzün

şu gördüğüm ışık,
gecenin bir saati!
her yer karanlık,
'karanlık hüzündür' derlerdi,
yalan oldu bütün hüzünler,
'sayende'

matematik biraz da basit sandığımız kesirlerin aldatmacasıdır!

kendisiyle çarpmak değerlendirir ya değeri,
geometrik artmak da denir ya buna,
birden küçüksen eğer,
değerlenmeye çalışma sakın,
az biraz bilirim matematiği,
hesabım iyidir,
küçüksen eğer birden,
birden küçülürsün..
önce bir ol!

istanbul'un denizi deniz mi?

şu istanbul'un en kötü yanı,
denize bakarak dalamıyorsun uzaklara!
karşında,
senin olduğun gibi,
bir kıyı,
sadece, adı avrupa,
seninki asya da
birşey mi değişiyor..
dalamıyorsun uzaklara,
arasından geçen deniz değil,
öyle deniz olmaz,
denizler insanları ayırmaz kardeş!
denizler insanları ayırmaz!

düşünen adam heykeli

yalnızlık yansızlıktır,
düşünen adam,-hep düşünen adam-
yansızdır, yalnızdır...
çünkü kimse kimsenin düşündüğü gibi düşünemez,
nasıl düşünsün ki,
-rakının yanına haydariyi icat eden adam hariç-
ne diyorduk,
yalnızlık, yansızlıktır,
düşünen adam hep
bu yüzden de biraz,
yanlıştır...

kalabalık olmak da düşünmemek değil elbet,
ancak,
seçeneklerden yapılan yanlış seçimler,
hep biraz doğru götürür...
yine de bir yola sokar adamı,
yolsa bir takiptir, düşün değil...

düşünmek yolsuzluktur,
takipsizliktir,
işte bu yüzden düşünen adamı sevmez kalabalıklar,
yanlış adamdır düşünen,
-ki söyler hep düşünenler
' herkesin yanlış yaptığı bir yerde doğruyu savunan kişi,
en büyük yanlışı yapandır'-

ortasında ve üstünde ol kardeşim,
bil ki en göze batanı olacaksın,
bil ki en sevilmeyeni olacaksın,
ama doğru diye birşey varsa,
bil ki kardeşim,
o bir tane değil...

8 Ağustos 2010 Pazar

müstahak

işte böyle binbeşyüz parçaya bölersen,
sonra bineşyüz parçayı farklı iki şehre dağıtırsan,
sonra bir de toplamaya çalışırsan hepsini,
en çok sevdiğini en çok özlemek zorunda kalırsın,
önceliklerin, gerekliliklerden farklı olabilir,
özlemek sana mustahak uçurtmacı
da kızın suçu ne?

sır...

'benim bir sırrım kalmadı artık' dedi,
hayatının en büyük sırrını sorduğumda,
oysa benim için hergün sır,
her dakika kaçma birşeylerden,
saklanma bazen, birilerinin hayatından,
bazen kendimden,
kaçıyorum bazen, kendimce,
orda olduğuma bakmayın,
aslında orda olmuyorum çoğu zaman,
kulaklarımın dinliyor gibi yaptığına aldanmayın!
işte size en büyük sırrım,
n'olur bunu saklayın!

uçurtmacıdan öğütler no:3

kesikten, kan akarken,
acı çekiyorken o,
sende çekiyorsan aynı acıyı,
paylaşarak azaltmaya çalışıyorsan acısını,
seviyorsun kardeşim,
seviyorsun...

7 Ağustos 2010 Cumartesi

kavuşmak zamanın da üzerindedir..

bir yerde birini bırakmak,
dönecek olmak,
bu yüzden bekletmek,
beklettiğin için acı çekmek,
özlediğin için acı çekmek,
beklediği için küfretmek,
günbegün daraltmak nefesini,
kalan kalmak zorunda,
giden bir süre dönmemek,
dünya bile dönüyor,
sen insanoğlu,
niye gittin ki?

giden bir süre dönmemek zorunda ya,
cümledeki kilit tamlamadır cümleyi anlamlı kılan,
bir süredir, ayrılık,
bir süre sonradır kavuşmak,
bu yüzden zaman,
hem kilittir, hem anahtar...

ben 'sen' oldum..

her insan kendine aşıktır biraz
hayatın en büyük öğüdüdür,
annelerimizin bize verdiği,
hani her cümlenin başında:
'sen sen ol' derler ya,
'içki de içme' derdi annem
sanırım biraz da
bana verilen öğütleri dinlemediğimden,
ben 'sen' oldum...

bir gece 'gecenin düşündükleri'

artık aydınlatamayacak olan,
arızalı bir sokak lambası,
gece gibi güzel adama,
geceyi anımsattı,
sıcak geceninse tek tesellisi,
yağmur kadar serin,
rüzgar esintisiydi,
esinti, yağmuru hatırlattı geceye,
-ki bilinir gece yağmura aşıktır diye-
'nolcak ki' dedi gece
'bütün hasretler gece çekilir ya,
gece de sevdalanamaz mı
dilediğince?'
-ki bir efsaneye göre tahir gece ölmüştür-
'iyi de' der gece
'gecenin bunda suçu ne?'

yağmuru bekler gece,
yağmursa geceyi bekler,
ıslatayım diye,
hani yağmur berekettir ya,
bu yüzden bereket gece gelir...

gitmek ve dönecek olmak üzerine

Güneşli gidiyorum,
yağmurla döneceğim, biliyorum...
öyle bir yağmur ki sevgilim,
sadece bizi ıslatacak!

Güneşli gidiyorum,
sen ki sevgilim güneşi pek sevmezsin,
biliyorum,
yağmurları getireceğim sana,
ki bilirsin eylül yağmurları,
başkadır sonbaharda...

03.08.2010/
kabataş-kadıköy vapuru
17:30

6 Ağustos 2010 Cuma

bulur elbet kendini insan...

insanın kendisini bulduğu an,
başardım!
dediği andır,
bir de
sevildiğini öğrendiği an..
nitekim insan,
hayatı boyunca çok az kendini bulur!

uçurtmacıdan öğütler no:2

uçmak sabır işidir,
engelleri aşmaktır uçmak,
her yükseklik bir engeldir,
sen gece gibi güzel adam,
uçurttuğun uçurtmanın yüksekliği kadar mutlu olursun,
uçurtman ne kadar yükseklere çıkarsa, o kadar mutludur ya,
o yüzden..

rahat ol kanki..

bir batak masası,
eşli,açık ihaleli,
durum 43-49,
ilk siz söyleyeceksiniz ihaleyi,
pas dediniz,
pas dedi sağınız,
eliniz boktan, eşiniz 8 dese batacaksınız belli,
kalp atışları hızlanır, sırttan akan terler, batarsanız çayları siz odeyecksinizdir,
kızarmaya başlarsınız, eşiniz çok ciddi: pas...
bir rahatlama, derin bir nefes, o da nesi, solunuzdaki de pas derse ihale size kalacak,
nefes alamıyorsunuz, terler , sıcak, eşinizle gözgöze gelemiyorsunuz bile, ya kalırsa,

ve o sözcük soldan da gelir: pas..
olamaz.. artı el size kalmıştır, o boktan ele hangi koz söylenir ki,
çayları ödeyeceksinizdir artık, s.ctınız. hangi kozu söylemeli, elde bir sinek astan başka hiçbirşey yok,
'ulan sinek mi desem' 'yok lan kupa diyim sinek yan olur' ikileminden sonra bir anda ağzınızdan okelime çıkar..
'kupa' kalp atışlarınız hızlanır , saatte 180, 190,...
masada herkes gergin.. kimse çayları odemek istememekte..
bir kişi hariç.. eşiniz.. o gülümsüyor.. hemde öyle bir gulumseme ki..
kağıtları açarken o mutlulukla 'rahat ol kankiii!' diyor..
o da ne kupa as papaz, maca as, sinek papaz..
'helal kankiii.. usta buraya 4 çay daha!'

toplama kampı(t.dağ)

kendimi toplamak için göç ettiğim zamanlarda,
ilgi dağılımından dikkatim dağılmakta gibi,
dikkatimi toplama kampında öldüreceğim yakında,
biliyorum çok başım dönecek,
alkolsüz zamanlarıma benzeyecek,
gayet susuz ama tok,
ama bitecek, toplayacağım kendimi,
bu ruh yenilendi, beden de kendine gelecek,
zihin ayak uyduracak ruha,
biliyorum,
bir parçamı başka bir şehirde bir güzele bırakmış da olsam,
her zamanki gibi kendimi geçmişimde bulacağım..

nefes..

bir nefesliden çıkan birkaç nota,
kendi anladığım dilde sadece,
bir de onun anlayacağı şekilde anlatırdı derdimi..

ama ben,
bugün,
dediğimi anlamayan kalabalıktan,
biraz olsun uzaklaşmak için..
o dinleyemedi ama..
hani, konuşursun ya kendi kendine,
kendinle kendine dert yanarsın ya,
bir kaç nota,
durumu anlatan bir kaç nefesti işte,
biraz onun için, biraz benim,
ama genellikle bizim için..

3 Ağustos 2010 Salı

...

yaptığım,
gitmek değil aslında,
gitmekle kalmak arası bir şey,
yaptğım,
dönecek olmak...

bir varmış bir yokmuş

zamanın birinde, suyun ortadan ikiye böldüğü şehirde, bir kadının rüyasının en büyük kahramanı, uçurmaktan anlamayan bir uçurtmacıymış,
aynı şehirde uçurtmayı uçuramayanın da en büyük hayali ise sevdiği kızın rüyalarına girmekmiş...

hırsızlık

aslında her sarılış
aşkı kavrayıştı,
yüzüne dokunmak,
senden bir gülücük çalmak..


31 Temmuz 2010 Cumartesi

ortak kader çocukluktu, ayıran kader ölümdü

evimden evinin balkonunu izlerken,
çocukluğumuzun çocukluğundaydık,
sevgiyi ölçtürdük sonunda,
arkadaşlık çıktı kutudan...
ortak kader çocukluktu,
ayıran kader, ölümdü,
bir cocuk masumluğunda,
acı bir ölüm şimdi,
nefes boruma tıkanan,

ortak kader çocukluktu,
ayıran kader ölümdü,
masum olan kutu,
bir de mutluluk çıkarsaydı şu işten?

masum duran kutuydu,
suçlu hep kaderdi,
tanrıya havale şimdi suçlu,
kendi yazdığını kendi mi affedecek?
'Çisil! sobe!'
' ama mert sen hiç yerinden ayrılmıyorsun ki, olmaz ki böyle'

'çissiiil! topal kurtsun!!'

'ya hadi bi bira içelim'
'ya kızlar ben normalde içmem ama, biliyosunuz ankara'ya gitmeden önceki son akşamım'

'çisiil! naber?
iyidir mert! senden?
iyidir ya nası olsun..
neresi oldu?
dokuz eylül!
vaay iyiymiş..
sen nabtın?
ya ben marmara'dayım .. hukuk!
vaay helall olsun valla ha! kafa basıyo senin!'


güzel bir insanın mut inancı üzerine..

hatırlıyormusun?
diye başlayan cümleler kurmayın bu akşam,
bu akşam, birçok hatıram,
tek taraflı,
tarafımdan
anılacak,

bu akşam çisil çisil yağacak hatıralarım,
bir apartmanın çatı katından duyulacak,

sen! güzel insan! sevgili arkadaşım!
çocukluğum!
gittiğin yerde daha mutlu olacağını bilmeseydim,
çok bencilsin diye kızardım, ancak,
yine de senin anılarını seninle yad edememek var ya,
çok acıtacak!

biliyorum, bu ümit boş değil,
sevmek pek ümitli şey ne de olsa?
değil mi nazım abi?

bağlı kader

iki kelimeye bağlı kader,
seçmelere bağlı,
hem de şu andaki seçmelere değil,
daha çok önceki seçmelere,
dahası gelecekteki seçmelere bağlı kader,

kardeşim, kaderin işi bugun değil,
işte bu yüzden,
kader zamana bağlı..

siniş

kokun,
üzerime sindi,
sen,
bende bir izsin şimdi,
geçmişime sindin,
geleceğime sinmektesin,

bu siniş,
zamansızlığımızı öylesine sindirdi ki,
neredeyse sen,
zamansızlıklara rağmen,
kendinmişçesine bırakacaktın kendini,
neyseki,
'daha değil'
dedin,
zamansızlığımızı hatırladık birden...

sevgi istanbuldadır..

boğazda sevginin forsu dalgalanır,
sevginin forsunun karşılığı,
gemilerin en sevdiği akıntıdır..

martının vapurdan kaptığı simit parçasıdır sevgi,
balıkçının sudan çektiği balıktır,
esen boğaz yeline karşı, ıslık çalmaktır,
sevgi, istanbuldadır, gün itibariyle,

balıkçılar, martılar, vapurlar,
mavi deniz, beyaz gökyüzü,
çıldırınız sevinçten,
bugun daha bir anlamınızdaydınız,
gün itibariyle sevgi istanbuldadır...

uçurtmacı'dan öğütler no:1

en sert duvara çarptığında,
mutlaka yeni bir kapı açılmıştır ya...
sen,
'gece gibi güzel adam'
ümidinden çok ekmek yedin,
sevgiye dönüştüler işte bak!
sevda oldular ümitlerin...

sen!
'gece gibi güzel adam'
şunu da bil ama,
'uçurtma uçurmak zor iştir'

üç şair..

çantanın içindeki küçük sandığa sığmaya çalışan üç şairdirler,
okunmayı bekleyen..

küçük sandığın içinden çantanın sahibinin sevdiğine seslenen üç şairdirler,
sevgiliye söylenen..

çantanın sahibinin, sevdiğine söylediği en güzel kelimelerin sahibi üç şairdirler,
zaten bililnen..

sandığa ait değildirler, yazıldıkları kağıtlara ait değildirler...
okundukları dudaklara aittirler..
yine de daha değil..
daha var okunmalarına..

29 Temmuz 2010 Perşembe

için!

güzel günler, insanlar için,
güneşli günler, insanlar için,
umutlu günler insanlar için,
ölümler, insanlar için,
fukaralıklar, insanlar için,
savaşlar, insanlar için,
sevgili dostlar, bu dünyada karaciğer kanseri de insanlar için,
, en eski şaraplar da insanlar için,
madem,
öyle de öleceğiz, böyle de,
iyisi mi, siz insanlar, için!

iki yakası bir araya gelmeyen hikaye...

kadıkoy'de güneş batar,
eyüp'te akşamüstü mü?
aynı hikayenin en esas iki karakteri gibidir istanbul'un iki yakası...
kavuşamazlar,
ancak vapur sirenleriyle aşk mektubu yollarlar birbirlerine...
aynı anda aynı yıldıza bakan iki aşık gibi,
farklı silüetlerde aşıktırlar birbirlerine,
farklı seslerin farklı yorumlarıdır ikisi de,
yine de içten içe aynı hikayeye aittirler ya,
işte o yüzden;
kadıköy'de güneş batar..
eyüp'te akşamüstü mü?
değil...

25 Temmuz 2010 Pazar

bu kalem yazıyor...

ben olaylar üzerine yazamam pek birşeyler,

kalemim kavramlar üzerine yazar hep,

bazen nesnelere, bazen umutlara,

bir taşın altında buldum mu bir ümidi,

sarılırım kalemime,

nesnel olanı en öznel biçimde yakalamaktır amacım,


şu sıralar benim için en özel olana en nesnel biçimde yaklaşmaya çalıştığımdan,

yazamıyorum pek birşey,

yazsamda beğenmiyorum,

birkişi okusun diye yazıyormuşum gibi sanki,

kendini koyvermek gibi geliyor bazen,

bazen bulmaca gibi,

yine de umut var ya içimde,

isterse en özeli olsun..

bu kalem yazıyor..


24 Temmuz 2010 Cumartesi

yazı yazan kalem üzerine..

bu meret, ne zaman yakar adamın canını bilir misin?
acıyla karıştığı zamanlar umutların.
peki, ne zaman karışır acı, umutla?
karnın aç değilse eğer,
sevda karıştırır umutla acıyı...
bir yere varamamaktır acıtan,
yine de ışık görmektir ümit ettiren...
bu meret ne işe yarar bilir misin?
ışığı gösterir, en karanlık günlere rağmen..
yani sevgili dostum,
yazmak dediğin şey, bir şişe şaraba eşdeğerdir,
güzel olursun!





bir 'az'dır

şimdi dinlenme zamanı biraz,
biryerlere gitme zamanı,
ktap okuma biraz,
müzik biraz,
yeni anılar için beklemek gerek biraz,

güneş enerjisiyle çalışmıyoruz ki,
insanız biz de biraz,
dinlenmek için geldiğim yerlerde,
kendime bir şeyler katma zamanı biraz,

eskiyor çünkü insan,
kendini yenilemedikçe biraz..



23 Temmuz 2010 Cuma

gökkuşağı üzerine..

büyük bir yağmur damlasının bulutundan yoğunlaşıp yere düşüp parçalanıncaya kadarki ortalama süresi ne kadardır?
bu önemli değil,
önemli olan, bir bulutken mutlu olan su buharı tanecikleridir,
o tanecikler güneşin yerdeki denizden yansımasıyla büyük bir ışık görürler,
ne yazık! o sahte yansımaya aldanan tanecikler, aralarında anlaşarak yoğunlaşmaya çalışırlar,
tek amaçları daha buyuk bir su kutlesine ulaşmak olsa da, onlar yoğunlaşırlarken denizin üzerinden çoktan geçmiştirler, şimdiyse insanlarının pek mutlu olmadığı gri bir şehir üzerindedirler muhtemelen,- ki bu bakımdan okyanusun üzerindeki bulutlar daha şanslıdır-
artık bir yağmur damlası olan tanecikler, bulutlarından ayrıldıkları için hüzünlülerse de ne kadar, umut onlar için hala vardır..
ve gittikçe alçalırlar, sıfır yüksekliğe doğru alçalırlar,
çarpana kadar alçalırlar,
çarpana kadar birbirleriyle dans eden mutlu arkadaşlardır,
ve bütün bir damla halinde alçalan tanecikler, sert bir çarpmayla dağılırlar,
zorla salkımından koparılan üzüm tanecikleri gibi,
artık daha küçük su birikintileridir onlar,
birbirlerinden ayrı, uzak, aynı yere ait parçalardırlar,
neyse ki alçalırlarken güneş ışığıyla boyadıkları yedi renk tek tesellileridir...


21 Temmuz 2010 Çarşamba

onunla ortaçgil'i dinlemek kendimi kendimle dinlemek gibi bir şey...



19 Temmuz 2010 Pazartesi

zincirbozan

bir mide bulantısı üzerine,
işaret parmağımı gezdirsem damağımda,
kaç kadın kusardım etrafa?

zehirlenmiş hayatlarla zehirlenen,
sindirilemeyenleri içinde sindiren bir hayat,
her neyse,
kaç kadın kusardım etrafa?

hani bir zincir,
bir parçası tekine bağlı ya,
o yüzden bir zincir..
ayrı olsa her biri; halka,
her halukarda maharet ipi ortasından geçirmekte,

yine de bir parçası diğerine bağlı ya,
kolye yapmaya benzemiyor meret ki şiir olsun,
zincir bozmaya benziyor,
kendini bozuyor,
kendimi bozuyor,

bir kafesin içine sığmayan bir sürü insan,
kafesin sahibi, daha büyük bir kafeste duramayan bir insan,
her neyse,
kaç insan kusardım etrafa,
bir mide bulantısı ki içimde,
kusturtmuyor...

16 Temmuz 2010 Cuma

belirsiz bir tarihte belirsiz bir kişi için söylenmiştir

orda olmayana yazılan, orda olmayandan daha değerliymiş.. meğer.. gözyaşı yok hikayemde ama yeterince bakış var uzaklara, ve yeterinden fazla başkaları için atılan kalp atışları, yine de hikayem, benim hikayem.. en azından benim olan bir hikayem var, yazdıklarımı onun için yazmasam da, ağlamasam da onun için.. ve biliyorum uçurtmamın ipi kısa kaldıkça, devam edecek bir hikaye.. kim bilir, belki beni göremese de uçurtmamı görür baktığım ufuklardan...

'hayır'a en yakın evet...

ömrünün sonuna kadar, yanında olmamın imkanı var mı?
sırtım sırtında kamburlaşsın mı?
omuzlarımız, omuz omuzayken çürüsün mü?
kalpler aşkla mayalansın mı?
ki mayalanırsa, hayat bir bira kadar güzel olacak,
ki mayalanırsa, sen bir bira kadar güzel gösterebilecek misin hayatı?

bir evet dersen, kafiyesiz cümlelerimizle büyüleniriz birlikte,
ama hayır dersen, kendi kafiyesiz cümlelerimde boğulurum,
işte o zaman, bir tek bira yaşanabilecek kadar güzel gösterebilir hayatı,
sakın hayır deme....




14 Temmuz 2010 Çarşamba

alarma

durduğum yerden izliyorum gidenleri,
kırmızı çerçeveli tabloya, sırtı dönük yalnız adamım,
ikinin içindeki bir mi?
birdenbire gece yarıları birden çıkan iki mi?
nasıl olursa olsun,
iki kapıda yalnızlık, iki kapıda duvara çıkıyor,
ve malesef, gece hangi saatte uyunursa uyunsun,
sabahları alarmlar aynı saatte çalıyor...



ama dedi...

dur! dedi, durdum,
gel! dedi, geldim,
sev! dedi, sevdim,
git! dedi, kaldım...

yağmursuz

peki, yapmayı en iyi yapmayı bildiğim şeyi yaparım ben de,
yağmurlarda kaçar, yağmurlarda aşık olurum,
yazın tadını sonbahar esintilerinde aramaktı benim derdim,
biraz ıslanmaktı...

azıcık boğazı seyretmekti derdim,
düşünmeden gemilerin trafiğini,
biraz olsun, üşümekti yazın sıcağında,
yoksun diye sen,
çok şey yok şimdi,

peki, olsun, yapmayı en iyi bildiğim şeyi yaparım ben de,
yağmursuz da kaçar, yağmursuz da ıslanırım...


12 Temmuz 2010 Pazartesi

imrenme

can uyumak istemeyince beden n'apsın?
kana kana düşünüyor beyin,
yarım gece, yarım gunduz,
tam bir uykusuzluk havası bende-ki,
yonca, fazla abarttık düşünmeyi,
uyuyan insanlara imreniyorum...

6 Temmuz 2010 Salı

bir günün günlüğü..

sevgili günlük,

her ne kadar gecenin en karanlığında doğmuş olsam da, zaman beni aydınlığa doğru akıttı bir kaç saat içinde.. ki bu aldatıcı aydınlık, kendini sana şu satırları yazdığım sırada kendi sahteliğini bıraktı ve her yer karanlık yine,
bugun yani ben, yaşamış olmaktan memnun değilim sevgili günlük,
değişmedi hiçbirşey benimle, insanlar öldü, bombalar patladı, insanlar birbirine küfretti yine, sevgililer ayrıldı, bitecek aşklar başladı, böyle bir dünyada birkaç saat sonra tarihe karışacak olmaktan mutlu değilim sevgili günlük, doğdum ve bu dunyayı 24 saat bile kaldıramadım, yerime geçecek olanlar, onlar umarım şans getirirler..

imza: 6 temmuz 2010, salı

11 Haziran 2010 Cuma

nazım?

bir bütünün içinde bir taneyim,
aynı anda herkes bir tane ve birden çok,
nazım?
bilmiyorum doğru mu anlamışız?

27 Mayıs 2010 Perşembe

sorumluyuz aynı anda kendimizden ve birbirimizden, uçurtmalar uçarken onların havada kalmasından sorumluyuz, havalanmasından en başta..



sonra kendimizden sorumluyuz, sormak gerektiği zaman uçurtmaların ne zaman uçtuğunu..

işte o zaman içimizdeki uçurtmacı bağırır, sen uçurtmayı izle, nereye gidiyor, bak!

işte o zaman içimizdeki o uçurtmacıya inanmayı bırakmalıyız;

çünkü, en güvendiğine şüpheyle bakman gereken zaman, onun en güçlü olduğu zamandır.

4 Mayıs 2010 Salı

zaman acıtmaz

birdenbire birini özlemek..
aslında çok uzun sandığınız hayatınızda,
size özel sandığınız bir anı,
tekrar kucaklayamamaktır..

o andır ki,
içinizde biryerlerde biriyle bütünleştirdiğinizden,
o sırada yelkovanın akreple kaç derece açı yaptığını umursamazsınız..

'birdenbire' nasıl ki bir zaman dilimini hatırlatarak anı yaşatıyorsa,
o birisi de size o anın acısını hissettirir..

boşluğu dolduramamaktır acıtan..
birisinin boş olduğunu doldurmaya çalışmışsınızdır..
ya da birisinin boşluğunu dolduramamamışsınızdır..

bir andır hatırlatan..
o an birisinden önemliyse acıtmaz..
zaman acıtmaz..

30 Nisan 2010 Cuma

uçsun yeterki uçurtmalar..

denizin 100 metre altında ne şiirler yazılır diye düşündü şair..
yazdığı butün şiirleri ılık kumsallarda yazmıştı oysaki..
kumsallarda yazılacak şiirler bitmişti belki de..
ya da dünyada denzkızı kadar mukemmel bir canlıyla tanısamamıstı henüz..

imkansızlıklarıyla karnı doydu ya hep..
yaramaz kelimelerin yaramaz kalemi ya..
ya fantastik acılar yaratacak kendine..
ya da açlıktan ölecek ki yaşıayacak kelimeler bulsun kendince..

rüyasında kabus yaşıyor..
kabusları birer hayal..
olsun o tok olsun..
biz okuruz..
uçsun yeterki uçurtmalar..

26 Nisan 2010 Pazartesi

beyaz kadın..

kendimi anlamam yetiyordu eskiden, kendimi anlatmak derdi de nerden çıktı? görmüyorum ya beyaz kadını hanidir.. ondandır.. kendi gözlerimle konuşur oldum, çenem çalışmıyor değil.. ama kulaklarım yalnız kendime çalışıyor.. gülümsememi de oldum olası sevmezdim.. beyaz kadını görmüyorum ya hanidir.. kahkahamı aynada görmek hariç ne varsa özlüyorum..

25 Nisan 2010 Pazar

...

olgunlaştıkça insanlar, benliklerini kaybediyorlar...
yaşlanmak,
ben olamamanın pahasına...

savaşı ne zaman kaybettik?
kazandığımızı sandığımız zaman..
kazandığımızdan beri,
en büyük kaybedeniz aslında kendimizi...

9 Nisan 2010 Cuma

denize doğru..

en rüzgarlı havalarda,
onu izlemek için yanına koştuğum deniz bile,
tuzlu sularını yüzüme vurur vurmasına da...
ben yine de ertesi gün,
hatrını sormak için yanına koşarım...

3 Nisan 2010 Cumartesi

...

bilinemeyecek olan..
geleceğim..
bilip de bilmemezlikten geldiğim..
geçmişim..
topladım ikisini de (bir) yerlerden..
tezahürü bugünün sanki..

27 Mart 2010 Cumartesi

Hasret..

uçurtmalık rüzgarlara hasret..
geçer zaman..
zaman..
geçer..
rüzgarlar uçurtmalara hasret belki de..
----------------------------------------------------
yıldızlara hasret..
onlar ki komşularımız bizim beton duvarlar ardındaki...
yalnız hissetmiyoruz çok şükür geceleri.
yıldızların yağmurları gönderdiğine inandığımızdan..
-----------------------------------------------------
yeşile hasret..
o kadar özlemişiz ki..
nefes darlığı herbirimizde..
suçu yok ki betonun yeşilden öte..
-----------------------------------------------------
maviye hasret..
her geçen gemiye şükürler olsun..
mavinin her tonunu öğreniyoruz yavaş yavaş..
maviyi unuttuk..
şükürler olsun...
------------------------------------------------------
sessizliğe hasret...
tamam kaos olmasın demiyorum..
ama iki dakika bi susun ya..
------------------------------------------------------
sevgiliye hasret..
sevgili mi dedim?..
pardon yanlış söylemişim..
------------------------------------------------------
kavuşmaya hasret..
uzak gözüküyor şimdi bütün kavuşmalar..
ama gözüküyor..

-----------------------------------------------------

-----------------------------------------------------

25 Mart 2010 Perşembe

...Not...

Bir sivil toplum kuruluşu bir sivil toplum kuruluşundan, bir mahkeme bir mahkemeden, bir insan bir insandan, daha azı ya da daha çoğu değildir. aksini düşünürseniz, sorunlara ilişkin bulacağınız çözüm önerileri hukuk dışı olur..

18 Mart 2010 Perşembe

doğ..

delicesine koşuyordu.. güneşli fakat suğuk bir mart gündüzünün akşamına henüz girilmişti.. sahilin kıyısından, insan kalabalığının arasından olabildiğince hızlı, adeta kaçarcasına koşuyordu.. etrafındaki insanlar bu garip koşuşu garipsiyor gibiydiler.. mini etekli bir kız yanından koşup giden çocuğun onun yüzüne bile bakmamasından alınmış olacak ki- neden alınsındı ki ama alınmıştı işte bal gibi- kötü bir bakış attı.. cocuğun umrunda bile değildi bu bakışlar.. o sadece koşuyordu.. kadıköy rıhtımı hızlıca biryerlere koşan bu çocuğu izliyordu.. kim bilir belki de birşeylerden kaçıyordu..

delicesine koşuyordu.. gitgide simitçinin bakışlarının takibiyle bir otobuse bindi.. yetişmeye çalıştığı o otobüsmüydü yoksa rastgele mi binmişti bilinmez ama rıhtım cocuk otobuse biner binmez eski yaşamına döndü.. ilk bulduğu koltuğa oturdu.. otobusun gittiği yönün tersine bakan, bazılarımızın oturmaktan hoşlanmadığı koltuklardan bir koltuk bulmuştu.. bu tersliği umursamadığı kesindi.. hangi tersliği umursamıştı ki hayatı boyunca... -ki hayat dediği 19 yıl ve 20 saatten ibaretti-

nefes nefeseydi.. hızlı nefes alması otobüstekilerin bir kısmının ilgisini çekti.. özellikle yanyana ve karşılıklı oturdukları 3 kişinin.. yanında kendi yaşlarında bir cocuk oturuyordu.. karşısında genç bir kız ve genç bir teyze oturuyordu.. etrafındaki bakışlar normal değildi.. çocuk da normal değildi zaten..

çocuk iki nefes daha aldıktan sonra karşısında oturan teyzeye 'bugün benim doğum günüm de!' dedi.. içindeki heyecan ses tonundan anlaşılıyordu.. teyze başta ilgilenmedi tabiki.. cocuk ve kız da kulaklıklarından ötürü olanlardan habersizdi.. hatta kız cocugun onu farklı bir gözle süzdüğünü düşünüyor bile olabilirdi..

durdu durdu ve devam etti.. nefesi yerine gelmeye başlamıştı.. gittikce ses tonunu bir tazelik ve samimiyet kaplamaya başladı..
'mart.. martın 19 u.. bu yıl 19umu dolduruyorum efenim..! düşünsenize 19 yıll.. insan büyüdükçe yılların çokluğunu umursamaya da başlıyor.. yaşlandığımı falan söylemiyorum.. ama yaşlı biri kadar fırsat kaçırmışımdır bunca sene de.. bi bakıma yaşlıyım yani..

efenim.. mart.. martın 19'u.. balık burcunun sondan 2.gunune tekabül ediyo.. e dolayısıyla pek ince düşünürüm.. pek de duygusalımdır.. bu dünyaya göre değilim anlıycağınız.. yüce venüs adına.. düşünsenize efenim 2 gün sonra doğmuş olsaydım koç burcu olacaktım.. düşünsenize.. sabırsız.. fazla meraklı.. bencil.. 2 gün neyleri değiştiriyor bu dünyada değilmi efenim..

yani efenim.. iyisimi kendinizi sevin.. mart'ın 19'u nu 20sinden ayıran bi fark var benim için.. 20 yi 21den yok.. sizin için var mı efenim?.. yok değilmi efenim.. 19 yıl 20 saat efenim.. hayat zor efenim.. hayat zor.. yine de iyiki doğmuşuz.. yaşlandıkça bunu daha iyi anlamalı insan ki hayatın bi değeri olsun.. şükürler olsun ki ben bunu 19 yıl 20 saat sonra anladım.. siz biliyormuydunuz?'

teyze çocuğa gercekten cok garip bir bakış attı.. soylediklerinden hiçbirşey anlamamıştı.. anlasa ne olacaktı ki.. 'iyi ki doğdun evladım' deyip yüzünü çevirdi.. zaten çocuk da anlaması için söylememişti..

16 Mart 2010 Salı

çık..

çık saklandığın yerden..
muhtaciyetinden kurtulursun belki deva olmakla..
ihtiyaçlarından arınırsan, hatırlarsın belki iyi bir insan olduğunu

hadi çık saklandığın yerden..
yukarından ötesini sorgula.. eskisi gibi..
yol aç arkandan gelenlere, hep istediğin gibi,
sen ol, hadi çık saklandığın yerden,
şimdiki zaman olamasanda gelecek ol. eskisi gibi..

8 Mart 2010 Pazartesi

kadın olmamamızdan...

.
ki gömüldükleri topraklarda çiçekler ayrı güzel açarlar..
hayat verdiklerii her canlı için..
bir çiçek..
hayatta kalmasını sağladıklarıı her canlı için..
bir çiçek..
döktüğü her gözyaşı için..
yaban bir ot..
her damla için..
içine ateş düşürdükleri her kalp için,
bir yağmur damlası..
kardeş.. hayat fani....
hayat kadınlara bile fani..
bu dünya kadını öldürecek kadar cani..
yine de gömüldükleri topraklarda çiçekler ayrı güzel açarlar..
onlar ki ölüleri bile güzelleştirir dünyayı..
olsun be kardeş.. hayat güzel.. dünya güzel..
kadınlar güzel..kadın olmamamızdan..!

7 Mart 2010 Pazar

bir delinin günlüğü..

CAST

güneşin yakmaması için ayın karanlık yüzünde yaşayan adam

uçurtmayı uçuramayan uçurtmacı

gemisini karadan götürmeye çalışan kaptan

sınırdışı edilen özgür çocuk

nobeli kabul etmeyen dahi

mutlu insan

mutsuz insan

oksijenle kafayı bulan insanoğlu

and

İstanbul..















delinin günlüğü..

farketmediğimi mi sanıyorsun? bir sokaktan yürüken ya yüz metre arkamdasın.. ya da bir sokak altımda.. kendine karşı kaldırımdan yürüyen insan mumalesei yapmaktan bu kadar mı hoşnutsun peki? şemsiyesinin altında kim olduğunun farkında olmayan ve kim oldukları umurumda olmayan insanlardan farksız olmaya başlayacaksın yavaş yavaş.. ya bırak peşimi..! ne istiyorsun benden? hatamı kolluyorsun.. küçük bir hata yapınca ben, tepeme çullanacaksın.. oysa şunu bilmelisin daha fazla hata yapamam ben.. bütün hatalarımı tükettim.. yalvarırım bırak peşimi.. nabzını duymak zarar vermeye başladı.. nefesinin kokusu ayrı iğrenç.. ne istiyorsun benden.. hatamı kolluyorsun..
peki neden? ne yaptım ki ben sana.. biliyorum takip ediyorsun beni.. hadi çık karşıma.. yüzleşelim.. peki ben de seni takip etmeye başladığım zaman n'olcak?

27 Şubat 2010 Cumartesi

oyuncak

Ne kadar da imrenerek bakımıştı o oyuncak arabaya.. bir an oyuncağın ışıktan yansıması yüzüne vurmuştu.. aniden isteksiz bir şekilde gözlerini kıstı, gözlerini açtığında daha da parlaktı sanki, daha da ışıklıydı.. bir gülümseme isteği önce göğüs kafesini şişirdi, ardından dudaklarının geriye doğru gerilmesiyle gülümseyerek rahatlık kapladı içini.. gamzesinin belli olduğunun farkında bile değildi.. o birkaç saniye içinde neler geçmemişti ki aklından, odasında hayal etmişti kendini, halının desenlerini yol yaparak o arabayla nasıl eğlenebileceğini hayal etmişti... ya da arabasını komşunun çocuğuna gösterirken de hayal etmişmiydi.. o yaşta hayal edebilmişmiydi.. hatırlamıyordu.. insanoğluna has o pis duygunun kendisinde ne ara etki etmeye başladığını hatırlamıyordu..
oyuncak.. ışık.. o parlaklığı hatırlıyordu.. gamzesini hatırlamıyordu.. ama var olduğunu biliyordu.. sonra o içindeki enerjiyle annesine bakmıştı.. elinden tutuyordu.. hafifçe annesinin elini daha da sıkmıştı.. küçük bir öpücük kondururdu ona birşey demek istediği zaman.. eline küçük dudaklarıyla masum bir öpücük kondurdu.. başını yukarı kaldırdığında annesi ona bakıyordu.. gülümsemesini ve gamzesini kaybetmeden yaşının verdiği şirinlikle 'anne' dedi.. 'bak ne güzel değil mi?'.. annesi oyuncağa baktığında aynı parlaklığı görememiş olacak ki cevabı netti.. daha ortada bir soru bile yokken.. 'hayır.. yine mi? bu sefer olmaz.. her istediğine sahip olamazsın'..
kelimeler kulak zarını yırtacak kadar keskin gelmişti.. duyduğu ses tonunun acısı yine göğüs kafesinde yankılandı.. göğüs kafesi yine şişti.. fakat bu şişkinlik yüzündeki güzel gamzenin yok olmasıyla dindi.. yeşil gözlerinin etrafındaki beyazlıklar kırmızı çizgilerle dolmaya başladı bir an.. sonra bir nefes aldı.. o an o cümleyi nasıl kurabilmişti? hatırlamıyordu.. bi an, içinden ,bir şekilde gelmiş olmalıydı.. o cümle o yaştaki bir çocuğun cümlesi değildi.. göğsünü tekrar şişirmişti..daha dik durmaya çalıştı.. nefesini verirken 60 yaşında bir insanın yapamayacağı bir asillikle 'tamam anne! sen kazandın!' dedi ve gülücüksüz ve gamzesiz annesinin eline masum bir öpücük daha kondurdu.. hatırlıyordu.. unutabilirmiydi ki..

22 Şubat 2010 Pazartesi

ebilite turşusu..

ötesinde sistemin,

çünkü ebilemediklerimizin ötesinde,

ötesinde çünkü, etmelilerimizin,

etmediklerimizin kusruyla biraz,

utançtan belki biraz,

belki biraz, kibirden mi ne?

edebildiklerimizin turşusunu kurmak derdindemiyiz ne?

20 Şubat 2010 Cumartesi

bildiğiniz herşey somuttur...

görünenin ötesindekine karışmak, kafanın içindekini somutlaştırmak.. bazen o içerisini dışarıdaki saçmalıklarla değiş-tokuş etmek... tarifi basit.. biraz gelecek, biraz kavram, biraz ironi, alabildiğince tuz ya da şeker... baharat da katın tadı olsun... sonra seve seve diyebilirsiniz, bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...

19 Şubat 2010 Cuma

fark...

Bizler, kafesin içindeki bizler,
sizler, kafesi yemleyen sizlerden,
farkımız olsaydı eğer!

Bizler, ilizyon gösterisini izleyen bizler,
sizler, ahmak ilizyonistler, sizler,
farkımız olsaydı eğer!

onlar gelecekteki onlar,
sizlerin ve bizlerin çocukları onlar,
sizlerden ve bizden farkları olsaydı eğer!

bugün burada bu düzenin içinde,
aynı onursuzluğu paylaşıyor olmazdık!

hükmeden için de köle için de aynı onursuzluk sözkonusudur her zaman!
murathan mungan

16 Şubat 2010 Salı

eskilerden..

Büyük bir sahne, tek bir keman sahnenin tam ortasında, sehpa: kemanın hemen önünde, sehpada bir kitap ve kitapta bir cilt dolusu nota...
Bir adam gelir, eline kemanı alır, kitabı açar ve başlar çalmaya... Çalar, sanki notalar onu anlatıyormuşçasına...çalar
, ama koskoca salondaki yüzlerce koltuğun hepsi boştur, onu kimse dinlemez!! Adam; çalar, çalar, çalar!! Belki aylarca, belki yıllarca, belki yarım asır! Adam artık son notaları çaldığında ayakta duracak hali kalmamıştır. Ama o herşeye rağmen çalmıştır. Elinden geleni yapmıştır. Adam en sonunda son notayı da çalar, kemanı bırakır, derin bir nefes alır ve son boş sayfayı da çevirir , orada buyuk harflerle yazılıdır...YALNIZLIK SENFONİSİ

13.05.2006

bendeniz..

uçurtulamamış uçurtmaları uçurtmaya çalışan bir uçurtmacı bilir ancak diğer uçurtmalar uçarken uçurtulamamış olan uçurtmanın yerdeyken neler hissettiğini...

hisseden kıssa...

tırmalayarak ilerler insan, taşa toprağa tüneller açarak!duvarları yıkarak ilerler! arkasında bir başka duvar olduğunu bildiği halde! Şu İnsanlar.. Ne de aptal yaratıklardır! yolun bitmiyceini bildikleri halde giderler! giderler canları yettiğince.... içlerinde nasıl bi muazzam güç varsa artık!.. bilinmeyene ilerlerler..merdivenleri koşarcasına cıkmaya calısırlar...duvarları parcalarcasına yıkmaya... ilerlerler insanlar! olabildiğince çabuk ilerlerler! yol çabucak bitsin diye... oysa bilmezler insanlar; merdivenleri çıkmak, koşarcasına ilerlemek ve önlerindeki duvarları yıkmak başarmanın sembolik bir aldatmacasıdır sadece...

şeytan böyle demişti azraile; yerin dibinden insanları seyrederlerken birlikte.. azrail acıyarak gülümsedi şeytana, şeytan içinden ''Şu insanlar ne de aptal yaratıklar!!'' diye sayıklarken, ve devam etti azrail sanki şeytan geçmişini düzeltebilecekmiş gibi öğüt verircesine;

biliyomusun, aslında sen ve insanlar! aynısınız. Neredeyse hiçbir farkınız yok! sen de onlar da kendinizi en iyi zannediyosunuz.fakat ne sen mukemmelsin ne de onlar.. fakat Tanrı sizi yaratırken sana insanlara öğrettiği cok onemli bir şeyi öğretmeyi unutmuş: hayattan zevk almakla mutlu olmak farklı şeylerdir. işte o aptal dediğin insanlar var ya bunun için bu kadar uğraşıyor. benim görevimse tanrı'nın bu öğretisini unutan insanlara,bunu hatırlatmak!

Biten bir kitabın yırtılan sayfaları üzerine söylenmiştir...

'Ne güzel bir şeydi seni hatırlamak?' diyeceğimiz günlerin berisinde 'Ne guzel bir şeydi seni özlemek?' diyeceğimiz günlere varmak üzereyken, hayatın anlamını sorgulayan kelebek kadar saçmalamaya başlamamışken henüz, bitmekte olana karşı tavrımızı koymaya cesaret edemezken, bu dediklerimin bile doğruluğundan şüphedeyken, kısacası ortasındayken doğunun ve batının, kuzeyin ve güneyin, asyayla avrupanın ortasındayken, sahip olduklarımızın değerini bilmediğimiz geçiyor aklımdan, tam da ortasındayken... sonra saçma olanın hangisi olduğunu soruyorum kendime.. düşunuyorum sonra bu soruyu vapurda.. boğaza bakıyorum, kız kulesine, galata'ya, sonra vapurun altından geçen sulara bakıyorum, dusunuyorum acaba onlar düşünüyorlar mı hangi akıntının onları yönlendirdiğini?

... ... ... ...

günaydın!..

sana da günaydın!..

nasılsın?..

dun akşam bıraktığın yerdeyim.. sen?

görmüyormusun?..

haklısın.. ama bilirsin benim işim görmekten çok göstermek..saçlarını düzelt..

niçin?..

bilmem kötü gozukuyorlar.. dağılmışlar falan.. oysa dün akşam özenle taramıştın..

tabi insanlar uykudan kalkınca saçları dağılıyo normal olarak.. sabahın köründe bi aynanın karşısına yakışıklı geçmek zorunda değilim..

küçümsüyorsun beni..

küçümsediğimden değil.. ama senin karşına düzgün geçebilmek için başka bir aynaya saygısızlık yapmam gerekirdi..

haklısın..

az önce kapı caldı..

kimmiş?..

elektrikçi.. sayaçları kontrol etmeye gelmiş.. teşekkür ettim.. adam şaşırdı..

yani.. sonuç olarak adamın görevi sayaçları kontrol etmek..

onu kastetmemiştim..

yine neyi kastetmiştin..

düşünsene kapı çaldı.. adam kapıyı çaldı.. teşekkür etmesemiydim...

offf.. saçlarını düzelt..

bırak saçlarımla uğraşmayı..
..
..
..

ve tahir ölür..

yapabileceğinin berisinde, yaptığının ötesinde hikayeler anlatan meddah,
dinlemeyi unuttu dinleyenlerini!
kendi yolunda dolaştı şehir şehir...
dinleyenleri dedi ki;
yapma etme! ezme tahirin cesedini!
kirlenirmiydi?
tahirin cesedi kirlenirmiydi?
ne kaybetmişti tahirliğinden?
biz neler kazanmıstık oysa ondan..
ve tahir ölür!!
meddah'ın cevabı net ve kesindir;
tahir yoktu ki zaten..

Karlar Düşer...

-Ney?

-ney ney?

-bişi dedin!

-bişi mi dedim?

-demedin mi?

-demelimiydim?

-dememelimisin?
-..

-bence demelisin.

-ne demeliyim?

-karlar güzel de mesela..!

-iyi de soğuk.

-ama güzel.

-ama üşüyorum.

-ama güzel dimi?

-nesi güzel?

-bak ne güzel.. karanlıkla aydınlık sanki ışıkla oyun oynuyorlar. ışık şaşırmıyor mu sence de aydınlatıp aydınlatmaması gerektiğine.. havanın kırmızılığı bundan değil mi sence de?

-ama üşüyorum.

-off! saçlarını düzelt.

-Bırak saçlarımla uğraşmayı.ÜŞÜYORUM!!

Vardık...

vardık.. var olduğumuzu biliyorduk.. güzel hayallere doğru..

vardık.. var olduğumuzu bile bile vardık o muhteşem sonlara..

vardık.. muhteşem sonlara.. ne çeşit sonlarsa onlar, nedense onlar sonlarlar..

kazdığımız kuyu..

içtiğimiz su..

kazdığımız kuyudan mı..

boğulduk o zaman..

rüyalarımızda boğulduk..

hayallerimizde susamıştık oysa..

vardık.. var olduğumuzu bile bile vardık o muhteşem sonlara..

ve nedense onlar sonlarlar..

ve rüyalarımızda boğulduk.. hayallerimizde..

hayallerimizde susamıştık oysa..

boğulduk..

kazdığımız kuyularda...

rüyalarımızda...

hayallerimizde susamıştık oysa...

vardık..

güzel hayallerimize doğru..

susadık..

kazdığımız kuyularda..

vardık..

ama biz vardık..

Bize göre...

kime göre ve hangi kriterlere göre özgürlük? elbette başkalarının özgürlüklerine saygı çerçevesinde.. işte tam burada özgürük alanı devreye girmekte, özgürlülükle birlikte 'bağımlılık' kavramı bir yana, bu alan çerçevesinde bir 'bize göre' oluşturulabilir mi? kime göre sorusuna herkesin bir 'bana göre' si olmasını hedeflersek, çerçeve ne kadar dar olmalı- ya da ne kadar geniş diye sorulmalı-? 'bana göre' olanların çerçeveleri kimler tarafından belirlenmeli? en azondan bu son sorulan sorunun cevabını biliyoruz. 'insan hakları evrenseldir'

ya 'Bize göre' olanlar? 'Biz' i 'Ben'den ayıran,-özgürlükler konusunda- 'biz' in 'ben' lerin irade toplamı olduğunu söyleyebileceğimize göre her 'biz' kendi içinde farklı toplamlar vermez mi? bu da her 'biz' i farklı-öznel- kılar. o zaman 'biz' lerin 'Bize göre' olan özgürlük alanlarının çerçevelenmesi konusu, 'hangi kriterlere göre?' sorusuyla birleştirildiğinde bulunması gereken cevap 'Bana göre'ninkiyle aynı olmalımıdır? ÖZNELLİK konusu TOPLAM konusunu düşündüğümüzde sorunun cevabını bulmak bir yana, öncelikle her 'biz'in maksimum irade toplamlarına ulaşması gerekmez mi?

aslında ortaya bir kısır döngü çıkmakta.. çünkü 'bize göre' olanların amacı maksimum irade toplamlarını oluşturmak... 'Bana göre' olanlar 'bize göre' yi belirleyeceğine göre, aslında buradaki asıl sorun, 'Biz' in 'Ben' leri hangi şartlar altında topladığı sorunudur...

Kişisel Monolog


- hadi başlayalım!
- bitirmemişmiydik?
- bitirdiğini sanıyodun dimi?
- başardığımı sanıyodum.
- biri yemiş seni!
- biri yemiş bizi..
- kim yemiş?
- cevabı bende değil.. hem bilsen neye yarar?
- haklısın.. malesef..
- malesef haklıyım.. hadi başlayalım.. en baştan..
- peki sweet home istanbul ha?
- istanbul mu? ne alaka?
- sınava bi daha mı giriyoruz..
- yoo.. istanbulda iyi değilmiyiz?
- iyiyiz.. bitirmemişmiydik işte..
- hayır daha da baştan..
- nası yani ankara mı?
- evet.. ankara..

15 Şubat 2010 Pazartesi

karaköy...

karaköy'de aşk karmaşıktır.. dalgalarının sessizliğiyle boğuşmaktır.. yaramazdır biraz..

eğer akşamüstüyse, yalnızsanız, 5 metre yanınızda sigarasının keyfine varan esmer uzun boylu bayandan etkilenmeniz normal..

eğer birini bekliyorsanız, ve beklediğiniz bir kızsa, ve güzel bir kızsa, biraz üşütür karaköy, beklediğinizin daha çabuk gelmesini istemeniz için..


ve belkide tek ortak yanınızın artık geçmişiniz olduğu bir kız var yanınızda.. kız güzel, deniz güzel, manzara güzel, hava güzel, güzel kelimesi kesinlikle istanbul'un tezahürüyse o akşam karaköyde, unutmayın ki diyebilirsiniz herşey bu kadar güzelken bu kız neden ağlasın? bırakamayabilirsiniz o kadar güzelliğin içinde o güzeli.. unutmayın..

karaköy'de hayat sessiz bir karmaşadır dalgaların eşliğinde.. boğuşmaktır sevdiceğinin sevilememesiyle.. bu yüzden yaramazdır biraz...



7 Şubat 2010 Pazar

Bazı cevaplar için bazı sorular...


Yaşadığım düzenin üzerine kurulmuş çarpık umutlar... üzerine söylenecek o kadar cümleler var ki 'oysa' diye başlayan.. -ki bilinir biliyorlarsa eğer- 'oysa' ile başlayan cümlelerim öyle çaresiz ki.. daha çok soru sorma vakti mi?! sorgulamalımıyım?! peki.. en temel soru(n)larda tıkanıyorum o zaman, sanki en büyük heveslerim boğazımı tıkamamış gibi...
1- umutları çöpe at(
ma)maktan bahsedildiğini duyuyorum.. umutların bizi çöpe attığını düşündükçe...
2- adalet mi diyorum kendi kendime.. ölüm olan yerde adalet mi olurmuş...
3- yaşadıkça yaşamanın ne demek olduğunu unutuyorum. ölüm bile hatırlatamıyor artık..
4- ölümün tek hatırlattığı 'yalnız kalmak'
sa artık..-yalnız bırakmaksa ya da- ölmenin vaktimidir?
5- acılar bile parayla ölçülebiliyorsa artık.. soruyu sormaya cesaret bile edemiyorum..
6- cesaret de ayrı sorun.. bu noktaya bizi cesaretimiz
getirmemişmiydi?
7- çok mu olmuşum zamanında.. sanırım çok olmaya başlıyorum..
8- bu dünyadaki sevgi denen şey, diğer
herşeye rağmen mi var? yoksa diğer herşey sevgi için bizim ödediğimiz bedel mi?
9- çok olsam ne çıkar? ne kadar para alırlar çok olduğum için benden?-
heralde olduğumdan fazlasını almazlar--yok kesin alırlar-
10- yine de bütün bu sorulara rağmen bütün sevdiklerim
herşeyden değerli geliyorsa bana yavaş yavaş dirilmenin vaktimidir?....;)