27 Şubat 2010 Cumartesi

oyuncak

Ne kadar da imrenerek bakımıştı o oyuncak arabaya.. bir an oyuncağın ışıktan yansıması yüzüne vurmuştu.. aniden isteksiz bir şekilde gözlerini kıstı, gözlerini açtığında daha da parlaktı sanki, daha da ışıklıydı.. bir gülümseme isteği önce göğüs kafesini şişirdi, ardından dudaklarının geriye doğru gerilmesiyle gülümseyerek rahatlık kapladı içini.. gamzesinin belli olduğunun farkında bile değildi.. o birkaç saniye içinde neler geçmemişti ki aklından, odasında hayal etmişti kendini, halının desenlerini yol yaparak o arabayla nasıl eğlenebileceğini hayal etmişti... ya da arabasını komşunun çocuğuna gösterirken de hayal etmişmiydi.. o yaşta hayal edebilmişmiydi.. hatırlamıyordu.. insanoğluna has o pis duygunun kendisinde ne ara etki etmeye başladığını hatırlamıyordu..
oyuncak.. ışık.. o parlaklığı hatırlıyordu.. gamzesini hatırlamıyordu.. ama var olduğunu biliyordu.. sonra o içindeki enerjiyle annesine bakmıştı.. elinden tutuyordu.. hafifçe annesinin elini daha da sıkmıştı.. küçük bir öpücük kondururdu ona birşey demek istediği zaman.. eline küçük dudaklarıyla masum bir öpücük kondurdu.. başını yukarı kaldırdığında annesi ona bakıyordu.. gülümsemesini ve gamzesini kaybetmeden yaşının verdiği şirinlikle 'anne' dedi.. 'bak ne güzel değil mi?'.. annesi oyuncağa baktığında aynı parlaklığı görememiş olacak ki cevabı netti.. daha ortada bir soru bile yokken.. 'hayır.. yine mi? bu sefer olmaz.. her istediğine sahip olamazsın'..
kelimeler kulak zarını yırtacak kadar keskin gelmişti.. duyduğu ses tonunun acısı yine göğüs kafesinde yankılandı.. göğüs kafesi yine şişti.. fakat bu şişkinlik yüzündeki güzel gamzenin yok olmasıyla dindi.. yeşil gözlerinin etrafındaki beyazlıklar kırmızı çizgilerle dolmaya başladı bir an.. sonra bir nefes aldı.. o an o cümleyi nasıl kurabilmişti? hatırlamıyordu.. bi an, içinden ,bir şekilde gelmiş olmalıydı.. o cümle o yaştaki bir çocuğun cümlesi değildi.. göğsünü tekrar şişirmişti..daha dik durmaya çalıştı.. nefesini verirken 60 yaşında bir insanın yapamayacağı bir asillikle 'tamam anne! sen kazandın!' dedi ve gülücüksüz ve gamzesiz annesinin eline masum bir öpücük daha kondurdu.. hatırlıyordu.. unutabilirmiydi ki..

22 Şubat 2010 Pazartesi

ebilite turşusu..

ötesinde sistemin,

çünkü ebilemediklerimizin ötesinde,

ötesinde çünkü, etmelilerimizin,

etmediklerimizin kusruyla biraz,

utançtan belki biraz,

belki biraz, kibirden mi ne?

edebildiklerimizin turşusunu kurmak derdindemiyiz ne?

20 Şubat 2010 Cumartesi

bildiğiniz herşey somuttur...

görünenin ötesindekine karışmak, kafanın içindekini somutlaştırmak.. bazen o içerisini dışarıdaki saçmalıklarla değiş-tokuş etmek... tarifi basit.. biraz gelecek, biraz kavram, biraz ironi, alabildiğince tuz ya da şeker... baharat da katın tadı olsun... sonra seve seve diyebilirsiniz, bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...bildiğiniz herşey somuttur...

19 Şubat 2010 Cuma

fark...

Bizler, kafesin içindeki bizler,
sizler, kafesi yemleyen sizlerden,
farkımız olsaydı eğer!

Bizler, ilizyon gösterisini izleyen bizler,
sizler, ahmak ilizyonistler, sizler,
farkımız olsaydı eğer!

onlar gelecekteki onlar,
sizlerin ve bizlerin çocukları onlar,
sizlerden ve bizden farkları olsaydı eğer!

bugün burada bu düzenin içinde,
aynı onursuzluğu paylaşıyor olmazdık!

hükmeden için de köle için de aynı onursuzluk sözkonusudur her zaman!
murathan mungan

16 Şubat 2010 Salı

eskilerden..

Büyük bir sahne, tek bir keman sahnenin tam ortasında, sehpa: kemanın hemen önünde, sehpada bir kitap ve kitapta bir cilt dolusu nota...
Bir adam gelir, eline kemanı alır, kitabı açar ve başlar çalmaya... Çalar, sanki notalar onu anlatıyormuşçasına...çalar
, ama koskoca salondaki yüzlerce koltuğun hepsi boştur, onu kimse dinlemez!! Adam; çalar, çalar, çalar!! Belki aylarca, belki yıllarca, belki yarım asır! Adam artık son notaları çaldığında ayakta duracak hali kalmamıştır. Ama o herşeye rağmen çalmıştır. Elinden geleni yapmıştır. Adam en sonunda son notayı da çalar, kemanı bırakır, derin bir nefes alır ve son boş sayfayı da çevirir , orada buyuk harflerle yazılıdır...YALNIZLIK SENFONİSİ

13.05.2006

bendeniz..

uçurtulamamış uçurtmaları uçurtmaya çalışan bir uçurtmacı bilir ancak diğer uçurtmalar uçarken uçurtulamamış olan uçurtmanın yerdeyken neler hissettiğini...

hisseden kıssa...

tırmalayarak ilerler insan, taşa toprağa tüneller açarak!duvarları yıkarak ilerler! arkasında bir başka duvar olduğunu bildiği halde! Şu İnsanlar.. Ne de aptal yaratıklardır! yolun bitmiyceini bildikleri halde giderler! giderler canları yettiğince.... içlerinde nasıl bi muazzam güç varsa artık!.. bilinmeyene ilerlerler..merdivenleri koşarcasına cıkmaya calısırlar...duvarları parcalarcasına yıkmaya... ilerlerler insanlar! olabildiğince çabuk ilerlerler! yol çabucak bitsin diye... oysa bilmezler insanlar; merdivenleri çıkmak, koşarcasına ilerlemek ve önlerindeki duvarları yıkmak başarmanın sembolik bir aldatmacasıdır sadece...

şeytan böyle demişti azraile; yerin dibinden insanları seyrederlerken birlikte.. azrail acıyarak gülümsedi şeytana, şeytan içinden ''Şu insanlar ne de aptal yaratıklar!!'' diye sayıklarken, ve devam etti azrail sanki şeytan geçmişini düzeltebilecekmiş gibi öğüt verircesine;

biliyomusun, aslında sen ve insanlar! aynısınız. Neredeyse hiçbir farkınız yok! sen de onlar da kendinizi en iyi zannediyosunuz.fakat ne sen mukemmelsin ne de onlar.. fakat Tanrı sizi yaratırken sana insanlara öğrettiği cok onemli bir şeyi öğretmeyi unutmuş: hayattan zevk almakla mutlu olmak farklı şeylerdir. işte o aptal dediğin insanlar var ya bunun için bu kadar uğraşıyor. benim görevimse tanrı'nın bu öğretisini unutan insanlara,bunu hatırlatmak!

Biten bir kitabın yırtılan sayfaları üzerine söylenmiştir...

'Ne güzel bir şeydi seni hatırlamak?' diyeceğimiz günlerin berisinde 'Ne guzel bir şeydi seni özlemek?' diyeceğimiz günlere varmak üzereyken, hayatın anlamını sorgulayan kelebek kadar saçmalamaya başlamamışken henüz, bitmekte olana karşı tavrımızı koymaya cesaret edemezken, bu dediklerimin bile doğruluğundan şüphedeyken, kısacası ortasındayken doğunun ve batının, kuzeyin ve güneyin, asyayla avrupanın ortasındayken, sahip olduklarımızın değerini bilmediğimiz geçiyor aklımdan, tam da ortasındayken... sonra saçma olanın hangisi olduğunu soruyorum kendime.. düşunuyorum sonra bu soruyu vapurda.. boğaza bakıyorum, kız kulesine, galata'ya, sonra vapurun altından geçen sulara bakıyorum, dusunuyorum acaba onlar düşünüyorlar mı hangi akıntının onları yönlendirdiğini?

... ... ... ...

günaydın!..

sana da günaydın!..

nasılsın?..

dun akşam bıraktığın yerdeyim.. sen?

görmüyormusun?..

haklısın.. ama bilirsin benim işim görmekten çok göstermek..saçlarını düzelt..

niçin?..

bilmem kötü gozukuyorlar.. dağılmışlar falan.. oysa dün akşam özenle taramıştın..

tabi insanlar uykudan kalkınca saçları dağılıyo normal olarak.. sabahın köründe bi aynanın karşısına yakışıklı geçmek zorunda değilim..

küçümsüyorsun beni..

küçümsediğimden değil.. ama senin karşına düzgün geçebilmek için başka bir aynaya saygısızlık yapmam gerekirdi..

haklısın..

az önce kapı caldı..

kimmiş?..

elektrikçi.. sayaçları kontrol etmeye gelmiş.. teşekkür ettim.. adam şaşırdı..

yani.. sonuç olarak adamın görevi sayaçları kontrol etmek..

onu kastetmemiştim..

yine neyi kastetmiştin..

düşünsene kapı çaldı.. adam kapıyı çaldı.. teşekkür etmesemiydim...

offf.. saçlarını düzelt..

bırak saçlarımla uğraşmayı..
..
..
..

ve tahir ölür..

yapabileceğinin berisinde, yaptığının ötesinde hikayeler anlatan meddah,
dinlemeyi unuttu dinleyenlerini!
kendi yolunda dolaştı şehir şehir...
dinleyenleri dedi ki;
yapma etme! ezme tahirin cesedini!
kirlenirmiydi?
tahirin cesedi kirlenirmiydi?
ne kaybetmişti tahirliğinden?
biz neler kazanmıstık oysa ondan..
ve tahir ölür!!
meddah'ın cevabı net ve kesindir;
tahir yoktu ki zaten..

Karlar Düşer...

-Ney?

-ney ney?

-bişi dedin!

-bişi mi dedim?

-demedin mi?

-demelimiydim?

-dememelimisin?
-..

-bence demelisin.

-ne demeliyim?

-karlar güzel de mesela..!

-iyi de soğuk.

-ama güzel.

-ama üşüyorum.

-ama güzel dimi?

-nesi güzel?

-bak ne güzel.. karanlıkla aydınlık sanki ışıkla oyun oynuyorlar. ışık şaşırmıyor mu sence de aydınlatıp aydınlatmaması gerektiğine.. havanın kırmızılığı bundan değil mi sence de?

-ama üşüyorum.

-off! saçlarını düzelt.

-Bırak saçlarımla uğraşmayı.ÜŞÜYORUM!!

Vardık...

vardık.. var olduğumuzu biliyorduk.. güzel hayallere doğru..

vardık.. var olduğumuzu bile bile vardık o muhteşem sonlara..

vardık.. muhteşem sonlara.. ne çeşit sonlarsa onlar, nedense onlar sonlarlar..

kazdığımız kuyu..

içtiğimiz su..

kazdığımız kuyudan mı..

boğulduk o zaman..

rüyalarımızda boğulduk..

hayallerimizde susamıştık oysa..

vardık.. var olduğumuzu bile bile vardık o muhteşem sonlara..

ve nedense onlar sonlarlar..

ve rüyalarımızda boğulduk.. hayallerimizde..

hayallerimizde susamıştık oysa..

boğulduk..

kazdığımız kuyularda...

rüyalarımızda...

hayallerimizde susamıştık oysa...

vardık..

güzel hayallerimize doğru..

susadık..

kazdığımız kuyularda..

vardık..

ama biz vardık..

Bize göre...

kime göre ve hangi kriterlere göre özgürlük? elbette başkalarının özgürlüklerine saygı çerçevesinde.. işte tam burada özgürük alanı devreye girmekte, özgürlülükle birlikte 'bağımlılık' kavramı bir yana, bu alan çerçevesinde bir 'bize göre' oluşturulabilir mi? kime göre sorusuna herkesin bir 'bana göre' si olmasını hedeflersek, çerçeve ne kadar dar olmalı- ya da ne kadar geniş diye sorulmalı-? 'bana göre' olanların çerçeveleri kimler tarafından belirlenmeli? en azondan bu son sorulan sorunun cevabını biliyoruz. 'insan hakları evrenseldir'

ya 'Bize göre' olanlar? 'Biz' i 'Ben'den ayıran,-özgürlükler konusunda- 'biz' in 'ben' lerin irade toplamı olduğunu söyleyebileceğimize göre her 'biz' kendi içinde farklı toplamlar vermez mi? bu da her 'biz' i farklı-öznel- kılar. o zaman 'biz' lerin 'Bize göre' olan özgürlük alanlarının çerçevelenmesi konusu, 'hangi kriterlere göre?' sorusuyla birleştirildiğinde bulunması gereken cevap 'Bana göre'ninkiyle aynı olmalımıdır? ÖZNELLİK konusu TOPLAM konusunu düşündüğümüzde sorunun cevabını bulmak bir yana, öncelikle her 'biz'in maksimum irade toplamlarına ulaşması gerekmez mi?

aslında ortaya bir kısır döngü çıkmakta.. çünkü 'bize göre' olanların amacı maksimum irade toplamlarını oluşturmak... 'Bana göre' olanlar 'bize göre' yi belirleyeceğine göre, aslında buradaki asıl sorun, 'Biz' in 'Ben' leri hangi şartlar altında topladığı sorunudur...

Kişisel Monolog


- hadi başlayalım!
- bitirmemişmiydik?
- bitirdiğini sanıyodun dimi?
- başardığımı sanıyodum.
- biri yemiş seni!
- biri yemiş bizi..
- kim yemiş?
- cevabı bende değil.. hem bilsen neye yarar?
- haklısın.. malesef..
- malesef haklıyım.. hadi başlayalım.. en baştan..
- peki sweet home istanbul ha?
- istanbul mu? ne alaka?
- sınava bi daha mı giriyoruz..
- yoo.. istanbulda iyi değilmiyiz?
- iyiyiz.. bitirmemişmiydik işte..
- hayır daha da baştan..
- nası yani ankara mı?
- evet.. ankara..

15 Şubat 2010 Pazartesi

karaköy...

karaköy'de aşk karmaşıktır.. dalgalarının sessizliğiyle boğuşmaktır.. yaramazdır biraz..

eğer akşamüstüyse, yalnızsanız, 5 metre yanınızda sigarasının keyfine varan esmer uzun boylu bayandan etkilenmeniz normal..

eğer birini bekliyorsanız, ve beklediğiniz bir kızsa, ve güzel bir kızsa, biraz üşütür karaköy, beklediğinizin daha çabuk gelmesini istemeniz için..


ve belkide tek ortak yanınızın artık geçmişiniz olduğu bir kız var yanınızda.. kız güzel, deniz güzel, manzara güzel, hava güzel, güzel kelimesi kesinlikle istanbul'un tezahürüyse o akşam karaköyde, unutmayın ki diyebilirsiniz herşey bu kadar güzelken bu kız neden ağlasın? bırakamayabilirsiniz o kadar güzelliğin içinde o güzeli.. unutmayın..

karaköy'de hayat sessiz bir karmaşadır dalgaların eşliğinde.. boğuşmaktır sevdiceğinin sevilememesiyle.. bu yüzden yaramazdır biraz...



7 Şubat 2010 Pazar

Bazı cevaplar için bazı sorular...


Yaşadığım düzenin üzerine kurulmuş çarpık umutlar... üzerine söylenecek o kadar cümleler var ki 'oysa' diye başlayan.. -ki bilinir biliyorlarsa eğer- 'oysa' ile başlayan cümlelerim öyle çaresiz ki.. daha çok soru sorma vakti mi?! sorgulamalımıyım?! peki.. en temel soru(n)larda tıkanıyorum o zaman, sanki en büyük heveslerim boğazımı tıkamamış gibi...
1- umutları çöpe at(
ma)maktan bahsedildiğini duyuyorum.. umutların bizi çöpe attığını düşündükçe...
2- adalet mi diyorum kendi kendime.. ölüm olan yerde adalet mi olurmuş...
3- yaşadıkça yaşamanın ne demek olduğunu unutuyorum. ölüm bile hatırlatamıyor artık..
4- ölümün tek hatırlattığı 'yalnız kalmak'
sa artık..-yalnız bırakmaksa ya da- ölmenin vaktimidir?
5- acılar bile parayla ölçülebiliyorsa artık.. soruyu sormaya cesaret bile edemiyorum..
6- cesaret de ayrı sorun.. bu noktaya bizi cesaretimiz
getirmemişmiydi?
7- çok mu olmuşum zamanında.. sanırım çok olmaya başlıyorum..
8- bu dünyadaki sevgi denen şey, diğer
herşeye rağmen mi var? yoksa diğer herşey sevgi için bizim ödediğimiz bedel mi?
9- çok olsam ne çıkar? ne kadar para alırlar çok olduğum için benden?-
heralde olduğumdan fazlasını almazlar--yok kesin alırlar-
10- yine de bütün bu sorulara rağmen bütün sevdiklerim
herşeyden değerli geliyorsa bana yavaş yavaş dirilmenin vaktimidir?....;)