28 Ağustos 2010 Cumartesi

bir gidiş hayal ediyorum,
anlamı dönmeyişlerde saklı,
dönmedikçe ben, anlaşılamayacak!

25 Ağustos 2010 Çarşamba

istanbul

orhan veli şiirinden çalma bir sabah hayal ediyorum, bir sabah hayal ediyorum, uçurtmanın renginde ebemkuşağı, uçurtmanın ardında, birbirine karışmış...

istanbul, orhan veli'den kalma kibiriyle izliyor gökkuşağını, gökkuşağı, yağmurla geceye el sallıyor.. istanbul'sa dışında bütün bu olayların, izliyor.. kendiliksiz..

atilla ilhan'ın istanbul'u çok şey kaybetti bu hayallerde, yağmur'unu gece'sini, birlikte kaybetti.. şimdi orhan veli'nin kibiriyle, uçurtmasıyla ve ebemkuşağıyla yine yağmur ve gecenin yolunu gözlüyor...

24 Ağustos 2010 Salı

umut ve ümit hakkında anlamı açık kafiyesiz bir yazı

bir insana ümidi öğrettiğiniz zaman,
büyük sorumluluk altına girersiniz...
işiniz omzunuzun üstündeki yükse,
omzunuzun üstündeki yük,
ümitse birilerine, çare yok!
o ümit karşılığını sen de bulacak...
-bende biliyorum ki bir zamanlar,
tek ümidim o umutların omzuma yüklenmesiydi-

insanlara ümit olduğunuz sürece güzel insansınızdır.
ki o insanlar böylece size ümit olurlar.
yeter ki farkına varın!

bezense umut tek insandadır.
klişeleşmiş amerikan filmlerinin tek kahramanı olmaktan bahsetmiyorum.
bazen umut tek insandadır.
sen ona umut olduğun sürece,
o senin tek ümidin olabilir.
yeter ki değerini bil.

hadi kardeşim, sıhhatine...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

tek

birikiyor kimseye anlatmadıklarım,
ne kadar anlatmazsam,
o kadar çok susuyorum,
o kadar çok susuyorum ki,
kimseyi dinleyemiyorum...

anlaşılan yakında hayatımdaki tek,
yok, bu şiirde hayatımdaki 'tek' ler yok...

22 Ağustos 2010 Pazar

pencere

doğduğum şehrin sokaklarından kalmayım bu sabah,
genel olarak akşamlarından sabahlarına,
uyku haliyle ayıklık hali arasında, bir zaman dilimi geçirmekteyim,
sırtımı birlikte büyüdüğüm insanlara dayadım, izliyorum...

kendimi dışarıdan izleyebildiğim tek pencere burada,
etrafımdaki insanlarla birlikte görebiliyorum kendimi buradan,
sevdiklerim ve sevmediklerim aynı tablonun bir parçası,
yıllardır bakarım bu pencereden,
bugün öğreniyorum...

21 Ağustos 2010 Cumartesi

bağlılık kaderimize ve kendimize

neresindeyiz kaderimizin?
tam olarak hangi adımındayız,
kitaplar dolusu mu anlatacaklarımız?
yoksa..
bir hiç olmak mı niyetimiz?

kendimizden önce gelenden bir farkımız olmalı, değil mi ya?
bizden sonra geleceklerden her türlü farklı olacağız nasılsa..
uçurtmalara bağlı ya kaderimiz,
gece yıldızları görebilmemize bağlı,
biraz mürekkebe bağlı,
hepsi biraz kaderimize bağlılık,
bağlılığımız ölçüsünde ayrıyız kaderimizden..
tersten bağlıyız yani,
düzden yaşadığımız ölçüsünde...

20 Ağustos 2010 Cuma

hasret eksikliktir..

hasret eksikliktir,
kelimelerin sınırlarını zorlayan,
sözlüklere kapalı anlamlar sokan,
geçimsiz, geçmeyen,
belki de beraberinde büyük fazlalıklar getiren,
büyükçe bir eksikliktir...

bazı anlamlar zıt anlamlarında bulur kendini,
kavuşma gibi mesela,
ayrılıkta bulur kendini..
bu yüzdendir ki bilinmez ayrılığın değeri,

soğuk, sıcakta bulur değerini,
yakınlık uzaklıkta bulduğu gibi,

yine de bazı hayatlar zıtlıklarda bulur kendini,
en yakının, çok uzaktaysa mesela,
ya da yazın ortasında geceleri üşüyorsan,
belki de ısınmak için tek çaren kışın gelmesi,

hasret zordur, bu yüzden değerlidir sevmeler, kavuşmalar,
eksikliktir hasret, yalnızlık çektirmez adama,
beraberinde bir sürü fazlalık getirir!

eksikliğimi paylaşıyorum seninle, ki eksikliğim sensin!
kendi kendime kendimce değil,
seninle, ben ve sen, bizce!

17 Ağustos 2010 Salı

saçları vardı bir de...

sonra saçları vardı,
kokusu vardı saçlarının,
sanki,
bir de saçlarıyla,
onunla konuştuğum gibi,
sanki..
onun gibiydi saçları,
bütün güzelliklerine rağmen,
onun gibi,
sanki,
bir makasa kırgındılar...
sanki saçları,
onun gibi,
onun bana güvendiği gibi,
ondan önce bırakmışlardı kendini...
sanki,
bir de saçlarıyla,
onunla konuştuğum gibi,
sanki konuştum,
kokusunu gezdirirken göğsümde,
saçlarının!

ev

'ev'
bir insan hayatındaki önemli bir yerdir.
'ev'
insanı insan yapan yerdir.
'ev'
bazı bakımlardan, insanın büyüdüğü yerdir.
'ev'
doyduğum yerdir de
'ev'
doğduğum yerdir de,
'ev'
sevdiğimin olduğu yerdir,

yani, heryer benim evim,
ya da,
evsizim!

15 Ağustos 2010 Pazar

bir nietzche güncellemesi

'kitaplar afyondur' desem?
desem ne çıkar?
çünkü bilirim,
kalemler sihirbazın asasıdır...

kalemler defter doldurmak için,
bazı defterler kitap olmak içindir,
o defterler ki,
çoğaldıkça 'para'lanır, satıldıkça 'para'lanır
'para' landıkça da okunmaz aslında ama,
bundan kalemin haberi olmaz.
neden?
kalem yazdıkça yazar çünkü...

bence en değerlileri raflardır..
onlar kitap saklamak içindir,
neden?
saklarsa kitapları,
tozlansa da o kitaplar kitaptır,
kabul biraz da gösteriştir ama,
o kitabı oraya koyan okumasa da,
birileri mutlaka okur..
ki afyondur bazen bize rüyalarımızı gösteren,
ve bilirsiniz ki, rüyalar bazen gerçek olur..

bol kedili bir hadise

bol kedili bir bahçeydi... eski ev sahibi çok severdi kedileri, kediler de sütü çok severler bilirsiniz... hayat boyu bir anlaşmaydı onlarınkisi.. hem kediler için, hem de eski ev sahibi için bir kap süt, arkadaşlık değerindeydi...
'bir hayvanı bir kap sütle satın almak' gibi bakardım küçüklüğümden beri bu hadiseye... ta ki yeni ev sahibini o kedileri kovmaya çalışırken görene kadar...

13 Ağustos 2010 Cuma

senden önce, senden sonra...

senden önce;

bir mide bulantısı üzerine,
işaret parmağımı gezdirsem damağımda,
kaç kadın kusardım etrafa?

zehirlenmiş hayatlarla zehirlenen,
sindirilemeyenleri içinde sindiren bir hayat,
her neyse,
kaç kadın kusardım etrafa?

hani bir zincir,
bir parçası tekine bağlı ya,
o yüzden bir zincir..
ayrı olsa her biri; halka,
her halukarda maharet ipi ortasından geçirmekte,

yine de bir parçası diğerine bağlı ya,
kolye yapmaya benzemiyor meret ki şiir olsun,
zincir bozmaya benziyor,
kendini bozuyor,
kendimi bozuyor,

bir kafesin içine sığmayan bir sürü insan,
kafesin sahibi, daha büyük bir kafeste duramayan bir insan,
her neyse,
kaç insan kusardım etrafa,
bir mide bulantısı ki içimde,
kusturtmuyor...

senden sonra;

her şey güzel olacak,
böyle,
kuru yaprakları tuz buz edeceğiz,
martılara nispet yapacağız,
göçmen kuşlara
beraber el sallayacağız...

her şey güzel olacak,
böyle,
ben bir okul çıkışı,
sevgilim bugun yağmur var diye yanına koşacağım,
sense ben hep vardım ki diye
bakacaksın gözlerime...

güneş, geceye baskın gelememeye başlayacak,
böyle,
her gün biraz daha güneye kovacağız,
ısıtamayacak ya,
biz de biraz daha sıkı sarılacağız her gün...

her şey güzel olacak sevgilim,
işte böyle...

...

içinde gitmeler olup da gelmeler olmayan kitaplardır,
ki bu kitaplar terketmeler üzerine yazılmıştır,
acı anlatır,
nefrete dönüşür!

gidip de gelecek olmalarsa başka kitaplardır,
ümit anlatır,
kavuşmaya dönüşür!
işte o kitaplar sevgilim,
beklemeleriyle büyür...

güneşin doğuşu üzerine denemeler

gündüzlerimi öldürüyorum zaten,
ama gecelerim senindir.
güneşi görmek de uyutmuyor artık ya,
-en son ne zaman izlemedim güneşin doğuşunu-
neyse,
uyanmanla uyuyormuyum?
uyanmana mı bağlı uyumam?
sanki,
dunyamı emanet edebileceğim,
bir sen varsın gibi..
istanbul'u sana bırakmak gibi,
sanki...

ki sanma sakın yalnız bırakmaktı amacım,
sen emanet ediyorsun ya bana geceyi,
öyle işte,

sen de bilirsin sevgilim!
ne gündüzü başıboş bırakmalı, ne geceyi,
hele ki istanbul'u..

12 Ağustos 2010 Perşembe

cuthbert allgood

ait olmak konusu düşmese de dilinden,
aidiyeti önemsemedi,
kendisi olmayı önemsemedi!
onun kalemi,
ta kendisiydi!

bir tetik hareketi gibi,
kulak zarlarını patlatabilecekken,
kendi kaleminde, kendi kendine,
şimdi aradığına sövüyor,
neden bulunamadı diye..

siz bilirmisiniz bir tetik hareketi ne kadar gürültü çıkarır?
kaç kulak zarı patlatır?
cuthbert bilir, ben unuttum!

...

ne güzel söylemiş edip'im;
'orda olmayan gövde
yüreklere dolar,
damarlara...'

peki ya gözler?

uçurtmacı altta kalır mı?

uçurtmacı da altta kalır mı? sinirlenir geceye...

ne yani sen!
gece!
belki sadece bir zaman dilimi!
-ki çok daha küçük dilimleyebilirim kendi kaderimi-
sırf güzelsin diye mi bırakacağım kendimi!
ya insanlar!
ya insanlar!
sen!
gece!
sabretmeyi bilseydin zaten!
her gün gündüze dönmezdin!

geceden uçurtmacıya cevaplar: 1

sen!
uçurtmacı!
senin yüzünden!
ben!
gece!
varoluş sebebime yetemiyorum!
sırf sen!
uçurtmacı!
uçurtmanı uçur diye!
ben!
gece!
yağmurumdan uzağım!

her şey güzel olacak!

her şey güzel olacak,
böyle,
kuru yaprakları tuz buz edeceğiz,
martılara nispet yapacağız,
göçmen kuşlara
beraber el sallayacağız...

her şey güzel olacak,
böyle,
ben bir okul çıkışı,
sevgilim bugun yağmur var diye yanına koşacağım,
sense ben hep vardım ki diye
bakacaksın gözlerime...

güneş, geceye baskın gelememeye başlayacak,
böyle,
her gün biraz daha güneye kovacağız,
ısıtamayacak ya,
biz de biraz daha sıkı sarılacağız her gün...

her şey güzel olacak sevgilim,
işte böyle...

bilinmek üzerine kısa diyaloglar

-dostum bilirsin?
-bilrim dostum, bilirsin!
-biliriz
-bilmezler!

uçurtmacı & cuthbert allgood

11 Ağustos 2010 Çarşamba

ben gelemem, sen git biraz dolaş!

yapılacak işler var, sessizlik içerisinde anlamlı gürültüler çıkarmalıyım mesela. küçük bir şehrin içindeki eski büyük adamım. büyük adam olacak diye diye büyüttüler beni. oysa yok gibi bir anlamı, büyüdüğün şehir kadar büyükmüşsün gibi.

yapılacak işler var, insanlara duvarları yıkmanın zevkini tattırmalıyım mesela. o insanlar ki küçük şehrin koca yürekli, değerli ama yine de küçük insanları. hepsi kendi hikayelerinin en büyük kahramanları. bense onların hikayelerindeki anlatıcı olmaya çalışıyorum işte.

yazamam ki ben insanların kaderini! içimdeki dürtü neden öyleyse? ideali göğüs kafesimde taşıyor gibiyim, sanki onlar da görebilecek gibiler, göremiyorlar ama! görebilecekler mi? küçük şehrin, aklını kaçırmış delisimiyim yoksa?

nasıl olursa olsun! ne olursa olsun! sonunda ne varsa var! buralarda karanlığı tanıyan tek adam benim! bunun sorumluluğunu taşıyabilecekmiyim bilmiyorum! ama düşünsene, ya taşırsam? ya kaldırırsam bunu? bu yüzden, ben gelemem, ama sen git biraz dolaş!

10 Ağustos 2010 Salı

o an

'sen çok güzel bir adamsın' dedi,
sarıldı, sıkıca...
hiç bırakmayacakmışçasına..
o an,
ağlamak istedim,
tabiki ağlamadım,
o anı böyle anlattı sonra;
'sustum,
sustu,
sustuk'
hayır, biz aslında o an,
çok şey konuştuk...

uçurtmacıdan öğütler no:4

aşkta dikkat onemlidir,
işlem yanlışları götürebilir bütün soruyu,
unutma,
sevdiğin kadını sen seçersin aslında,
dikkat önemlidir aşkta...

aşkta güven önemlidir,
sen seçersin ya sevdiğini,
kendine güven önemlidir o yüzden..
hem sevdiğin kadının,
bir gün en çok güvendiğin insan olacak olma ihtimali var ya,
mutlu ederse seni bu,
aşkta güven de önemlidir...
hem gözler de arıyorsa gözleri,
gerisi zaten gelir...

buse bebek!

o yeni bakmaya başladı hayata,
20 yıl geriden gelicek,
ve 20 yıl sonra bugun benim düşündüklerimi düşünecek..

sen, buse bebek..
benim yaptığım hataları yapma olur mu?
benim kadar şanslı olamayabilirsin!

9 Ağustos 2010 Pazartesi

gece-karanlık-hüzün

şu gördüğüm ışık,
gecenin bir saati!
her yer karanlık,
'karanlık hüzündür' derlerdi,
yalan oldu bütün hüzünler,
'sayende'

matematik biraz da basit sandığımız kesirlerin aldatmacasıdır!

kendisiyle çarpmak değerlendirir ya değeri,
geometrik artmak da denir ya buna,
birden küçüksen eğer,
değerlenmeye çalışma sakın,
az biraz bilirim matematiği,
hesabım iyidir,
küçüksen eğer birden,
birden küçülürsün..
önce bir ol!

istanbul'un denizi deniz mi?

şu istanbul'un en kötü yanı,
denize bakarak dalamıyorsun uzaklara!
karşında,
senin olduğun gibi,
bir kıyı,
sadece, adı avrupa,
seninki asya da
birşey mi değişiyor..
dalamıyorsun uzaklara,
arasından geçen deniz değil,
öyle deniz olmaz,
denizler insanları ayırmaz kardeş!
denizler insanları ayırmaz!

düşünen adam heykeli

yalnızlık yansızlıktır,
düşünen adam,-hep düşünen adam-
yansızdır, yalnızdır...
çünkü kimse kimsenin düşündüğü gibi düşünemez,
nasıl düşünsün ki,
-rakının yanına haydariyi icat eden adam hariç-
ne diyorduk,
yalnızlık, yansızlıktır,
düşünen adam hep
bu yüzden de biraz,
yanlıştır...

kalabalık olmak da düşünmemek değil elbet,
ancak,
seçeneklerden yapılan yanlış seçimler,
hep biraz doğru götürür...
yine de bir yola sokar adamı,
yolsa bir takiptir, düşün değil...

düşünmek yolsuzluktur,
takipsizliktir,
işte bu yüzden düşünen adamı sevmez kalabalıklar,
yanlış adamdır düşünen,
-ki söyler hep düşünenler
' herkesin yanlış yaptığı bir yerde doğruyu savunan kişi,
en büyük yanlışı yapandır'-

ortasında ve üstünde ol kardeşim,
bil ki en göze batanı olacaksın,
bil ki en sevilmeyeni olacaksın,
ama doğru diye birşey varsa,
bil ki kardeşim,
o bir tane değil...

8 Ağustos 2010 Pazar

müstahak

işte böyle binbeşyüz parçaya bölersen,
sonra bineşyüz parçayı farklı iki şehre dağıtırsan,
sonra bir de toplamaya çalışırsan hepsini,
en çok sevdiğini en çok özlemek zorunda kalırsın,
önceliklerin, gerekliliklerden farklı olabilir,
özlemek sana mustahak uçurtmacı
da kızın suçu ne?

sır...

'benim bir sırrım kalmadı artık' dedi,
hayatının en büyük sırrını sorduğumda,
oysa benim için hergün sır,
her dakika kaçma birşeylerden,
saklanma bazen, birilerinin hayatından,
bazen kendimden,
kaçıyorum bazen, kendimce,
orda olduğuma bakmayın,
aslında orda olmuyorum çoğu zaman,
kulaklarımın dinliyor gibi yaptığına aldanmayın!
işte size en büyük sırrım,
n'olur bunu saklayın!

uçurtmacıdan öğütler no:3

kesikten, kan akarken,
acı çekiyorken o,
sende çekiyorsan aynı acıyı,
paylaşarak azaltmaya çalışıyorsan acısını,
seviyorsun kardeşim,
seviyorsun...

7 Ağustos 2010 Cumartesi

kavuşmak zamanın da üzerindedir..

bir yerde birini bırakmak,
dönecek olmak,
bu yüzden bekletmek,
beklettiğin için acı çekmek,
özlediğin için acı çekmek,
beklediği için küfretmek,
günbegün daraltmak nefesini,
kalan kalmak zorunda,
giden bir süre dönmemek,
dünya bile dönüyor,
sen insanoğlu,
niye gittin ki?

giden bir süre dönmemek zorunda ya,
cümledeki kilit tamlamadır cümleyi anlamlı kılan,
bir süredir, ayrılık,
bir süre sonradır kavuşmak,
bu yüzden zaman,
hem kilittir, hem anahtar...

ben 'sen' oldum..

her insan kendine aşıktır biraz
hayatın en büyük öğüdüdür,
annelerimizin bize verdiği,
hani her cümlenin başında:
'sen sen ol' derler ya,
'içki de içme' derdi annem
sanırım biraz da
bana verilen öğütleri dinlemediğimden,
ben 'sen' oldum...

bir gece 'gecenin düşündükleri'

artık aydınlatamayacak olan,
arızalı bir sokak lambası,
gece gibi güzel adama,
geceyi anımsattı,
sıcak geceninse tek tesellisi,
yağmur kadar serin,
rüzgar esintisiydi,
esinti, yağmuru hatırlattı geceye,
-ki bilinir gece yağmura aşıktır diye-
'nolcak ki' dedi gece
'bütün hasretler gece çekilir ya,
gece de sevdalanamaz mı
dilediğince?'
-ki bir efsaneye göre tahir gece ölmüştür-
'iyi de' der gece
'gecenin bunda suçu ne?'

yağmuru bekler gece,
yağmursa geceyi bekler,
ıslatayım diye,
hani yağmur berekettir ya,
bu yüzden bereket gece gelir...

gitmek ve dönecek olmak üzerine

Güneşli gidiyorum,
yağmurla döneceğim, biliyorum...
öyle bir yağmur ki sevgilim,
sadece bizi ıslatacak!

Güneşli gidiyorum,
sen ki sevgilim güneşi pek sevmezsin,
biliyorum,
yağmurları getireceğim sana,
ki bilirsin eylül yağmurları,
başkadır sonbaharda...

03.08.2010/
kabataş-kadıköy vapuru
17:30

6 Ağustos 2010 Cuma

bulur elbet kendini insan...

insanın kendisini bulduğu an,
başardım!
dediği andır,
bir de
sevildiğini öğrendiği an..
nitekim insan,
hayatı boyunca çok az kendini bulur!

uçurtmacıdan öğütler no:2

uçmak sabır işidir,
engelleri aşmaktır uçmak,
her yükseklik bir engeldir,
sen gece gibi güzel adam,
uçurttuğun uçurtmanın yüksekliği kadar mutlu olursun,
uçurtman ne kadar yükseklere çıkarsa, o kadar mutludur ya,
o yüzden..

rahat ol kanki..

bir batak masası,
eşli,açık ihaleli,
durum 43-49,
ilk siz söyleyeceksiniz ihaleyi,
pas dediniz,
pas dedi sağınız,
eliniz boktan, eşiniz 8 dese batacaksınız belli,
kalp atışları hızlanır, sırttan akan terler, batarsanız çayları siz odeyecksinizdir,
kızarmaya başlarsınız, eşiniz çok ciddi: pas...
bir rahatlama, derin bir nefes, o da nesi, solunuzdaki de pas derse ihale size kalacak,
nefes alamıyorsunuz, terler , sıcak, eşinizle gözgöze gelemiyorsunuz bile, ya kalırsa,

ve o sözcük soldan da gelir: pas..
olamaz.. artı el size kalmıştır, o boktan ele hangi koz söylenir ki,
çayları ödeyeceksinizdir artık, s.ctınız. hangi kozu söylemeli, elde bir sinek astan başka hiçbirşey yok,
'ulan sinek mi desem' 'yok lan kupa diyim sinek yan olur' ikileminden sonra bir anda ağzınızdan okelime çıkar..
'kupa' kalp atışlarınız hızlanır , saatte 180, 190,...
masada herkes gergin.. kimse çayları odemek istememekte..
bir kişi hariç.. eşiniz.. o gülümsüyor.. hemde öyle bir gulumseme ki..
kağıtları açarken o mutlulukla 'rahat ol kankiii!' diyor..
o da ne kupa as papaz, maca as, sinek papaz..
'helal kankiii.. usta buraya 4 çay daha!'

toplama kampı(t.dağ)

kendimi toplamak için göç ettiğim zamanlarda,
ilgi dağılımından dikkatim dağılmakta gibi,
dikkatimi toplama kampında öldüreceğim yakında,
biliyorum çok başım dönecek,
alkolsüz zamanlarıma benzeyecek,
gayet susuz ama tok,
ama bitecek, toplayacağım kendimi,
bu ruh yenilendi, beden de kendine gelecek,
zihin ayak uyduracak ruha,
biliyorum,
bir parçamı başka bir şehirde bir güzele bırakmış da olsam,
her zamanki gibi kendimi geçmişimde bulacağım..

nefes..

bir nefesliden çıkan birkaç nota,
kendi anladığım dilde sadece,
bir de onun anlayacağı şekilde anlatırdı derdimi..

ama ben,
bugün,
dediğimi anlamayan kalabalıktan,
biraz olsun uzaklaşmak için..
o dinleyemedi ama..
hani, konuşursun ya kendi kendine,
kendinle kendine dert yanarsın ya,
bir kaç nota,
durumu anlatan bir kaç nefesti işte,
biraz onun için, biraz benim,
ama genellikle bizim için..

3 Ağustos 2010 Salı

...

yaptığım,
gitmek değil aslında,
gitmekle kalmak arası bir şey,
yaptğım,
dönecek olmak...

bir varmış bir yokmuş

zamanın birinde, suyun ortadan ikiye böldüğü şehirde, bir kadının rüyasının en büyük kahramanı, uçurmaktan anlamayan bir uçurtmacıymış,
aynı şehirde uçurtmayı uçuramayanın da en büyük hayali ise sevdiği kızın rüyalarına girmekmiş...

hırsızlık

aslında her sarılış
aşkı kavrayıştı,
yüzüne dokunmak,
senden bir gülücük çalmak..