15 Eylül 2014 Pazartesi

bir garip ağıt


Tramvayların, arabaların, seyyar mısırcıların
senin ve benim
farklı zamanlarda,
düşsüz olmak için yeterince güçsüz zamanlarımızda
karşıdan karşıya geçtiğimiz bu cadde;



üç tel bir sopayla bir sürü nota,
bir kırmızı elbise ve  uzun saçın uyumuyla
güzel olmak için yeterince naif olan bu kadın;

Ve tabii koca harflerle burnuna yazılı ŞH Beyoğlu'na aldırmaksızın,
yalnızca adam taşımayan bu vapur

emektarı ve demirbaşıdır da İstanbul'un.



Aşık mıyız yine
ve yine eski zamanlardan mı kaldı aşkımız,


yoksa bu sefer de mi yeni sandık kalp çarpıntılarımızı?


Bir kadının rakı kadehini tutuşundaki hüznünden mi yine sarhoşluğumuz?
Kadına mı, rakıya mı hüzne mi susamışlığımız?


Belki de sarhoş kalmıştık son kadın tutuşumuzdan, ama ayılmadık!


Üç tel bir sopayla bir sürü nota,
bir kırmızı elbise ve uzun saçın kıymetli uyumuyla,
onu naif sanmam için yeterince güzel kadın,


ve bize fazla kırmızı, bize fazla güzel, bize fazla rakı,


artık unutulmuşudur bu şehrin uçurtmacı,
yıkılmışıdır, en büyük kaybedenidir,


ki biz " cehalet erdemdir " dediğimiz anda ölmeyi düşünmüştük,
"akıl lanettir" demiştik de vazgeçmemiştik kendimizden,
e lanetlendik, kaybettik,
ama malesef ölmedik...











3 Haziran 2014 Salı

Vapurları izleyen adam

Yağmur dindi. İskeleye yanaşmış vapurlardan insanlar başta teker teker ve gittikçe daha kalabalık bir şekilde inmeye başladılar. Belli sabit bir hızdan veya belli bir adım büyüklüğünden ziyade, vapurdan inen insanların adımları ve hızları birbirinden farklıydılar. Buna rağmen nasıl oluyordu da hepsi beraberce ve ortak hareket ediyor gibi gözüküyorlardı bir türlü anlam veremedim. İzlemeye devam ettim, ancak aralarından bazılarının güzel giyimlerini ve cinsel çekiciliklerini bir kenara bırakırsanız, birbirlerinden pek de farkları yok gibiydiler. Bir uçurumdan kayıp giden taş kitleleri gibi hızlıca akıp gittiler. İstanbul Boğaz silüetinden Üsküdar silüetine doğru hızla ilerleyen insanlar başlarını yukarı kaldırıp bunu izliyorlar mıydı bilinmez ama bu mekansal değişim o insanlar için pek bir anlam ifade ediyora benzemiyordu.

Çayımdan bir yudum aldım. Kafamı tekrar kaldırdığımda, içindekileri boşaltan vapurun bu sefer iskelede bekleyenleri hızlıca içine almasını izledim. Bu kısır döngüyü karnım acıkana kadar izleyebilirdim. Karnım acıkana kadar, çünkü ben karnım acıkınca sadece yemek yiyebilenlerdenim. Daima aklımda bir yemek beklentisi  olmuştur. Gün benim için her zaman bir sonraki öğünü beklemekle geçmiştir. Mutluluğum yediğim yemeği canımın istemesiyle fazlasıyla orantılıdır. Hayır, şişman değilim. Evet, her zaman böyle değildim. Sonradan bir tek bu kaldı. Yemek. Ve yine evet; böyle giderse şişmanlayacağım.  muhtemelen kolesterolden veya onun gibi bir şeyden öleceğim.

Günlerim hep böyle geçmez. Bugün Pazar. Malumunuzdur İstanbul gibi bir şehirde benim gibi saçma şeyleri aklından geçiren adamlar bu düşünceleri aklından yalnızca pazar günleri geçirebilir. Çünkü cumartesileri dinlenmekle geçer. Ve pazartesiden cumaya çalışmakla geçer.

Ben; Renan. İsmim gariptir. İnsanlar az kullanıldığından ötürü ismimin garip olduğunu düşünürler. Yol bilen anlamında. Bir hikayesi yok ismimin. Yine de İstanbul'da yıllarca çakılı kalacak olmamla bir bağlantısı olduğunu hep düşündüm ismimin.  İşim, beyaz gömlekle bir gökdelenin orta katlarındaki bir ofiste kendime ayrılmış küçük bir bölümde bütün gün çeşitli belgeler imzalamak, güzel kravatlar takmak ve daima traşlı olmak. İşimi sevmem. Genel olarak pek bir şey sevmem. Bu bakımdan oldukça profesyonel bir hayatım oldu bugüne kadar. Ama çayı severim.

İkinci vapur yolcularını indiriyor şimdi. Bu sefer vapurun kendisi bile daha telaşlı. çayımı yudumluyorum; soğumuş. Bir çay daha istiyorum; geliyor. Bu sırada kısır döngü devam ediyor. Başımı diğer yöne çeviriyorum, vapura yetişmeye çalışan insanların telaşları pazar günüme hareket katıyor. Güzel bir kadın vapuru kaçırıyor. Sinirlenmiş bir şekilde çantasıyla iskelenin camına yumruk atıyor. Vapurun gidişini onunla ben farklı gözlerle fakat beraber izliyoruz. Bir anlık kadına aşık olduğuma kendimi inandırıyorum, vapur gidince geçiyor. Sonra ben yine çayı soğuttuğumu farkediyorum, bir çay daha söylüyorum.

Gazetelerde yine bir yanda methiyeler, bir yanda küfürler. Yine beni ilgilendiren bir şey olmayan bir gazetenin sayfalarını daha hızlıca geçip gazeteyi çöpe atıyorum. Saate bakıyorum, akşam olmak üzere. Yağmur başladı.
Eve dönme vakti, ütü ve ona benzer şeylerin vakti. Pazar tamam. Şalterleri indiriyorum.

12a'daki kız

İstanbul'da toplu taşımanın tadı bir başkadır. Aslında daha çok toptan bir taşımadır, sabır tüketir, İstanbul'dan toptan taşınmaya yöneltir. Pılı pırtıyı toplayıp bırakıp gidesin gelir. Fakat ne mümkün, bilinir ki ortalama bir beyaz yakalı, hafif balık etli bir hatun olarak benim pılım pırtım benimle gelse de umutlar kalır. Bilinir. Ah İstanbul. Seni Çılgın. Sarışınlığımın bütün aptallığıyla sadece seninim. Sabahın köründe yaptığım bütün makyajlar senin için, bu parfümler senin için. Yakam: Beyaz daima. Gözümde gözlüğüm kolumda çantam, ceketim karizma: daima. Hem maaşım, hem kredi kartı borcum dolgun. Zengin koca mı lazım bana, belki biraz da olgun?

İşimde ilk gün değil, ama bugün de belki sonuncu gün. Kaç yıl oldu saymadım, kaç devir döndü bilmedim, kaç kez zam aldım, kaç hata yaptım, ne kadar değiştim, hiç bilmedim. Eskilerin en eskilerindeki çiçek çocuk ben, bu takım elbiseyi ne zaman geçirdim üstüme hiç bilmedim. Varsa oksa zengin koca, prim, kariyer derken muhtemeldir evde kalma. Beyaz yaka, daha çok para. eğ başı, yap işi, gel eve. uyu uyan makyaj yap. git işe gel işe. git zaman, git zaman... gidiyor zaman... gitti zaman...

İşte yine geldi 12A...

23 Mayıs 2014 Cuma

İşte, Tam orada!
Kalbimin hissetmediği koordinatlarda,
Başkalarının anılarıyla, onların acılarıyla
onların onları yeniden yaşamayı özlediği sularda,
en ayıpsız şekli ile canımın acımasını özlüyorum.

Öyle bir saflık ki aradığım,
Öyle çocuk, öyle düşüncesiz ki,
bulamıyorum.
kaybettiğim sadece zamanlar değil artık,
kaybettiğim savaşlar şimdi içimi kemiren!

4 Mayıs 2014 Pazar

saatler dakikalar ve saniyeler,
yağmurlar, şemsiyeler ve araba vapurları,
bir öğle vakti üsküdarda ıslanmalar...
bunları geçtik.
sırada: sıcaklar!

koşmalar, terlemeler ve fotokopi makinaları,
sevmeler sevilmeler para sıkıntıları,
anahtarlar: sol anahtarları.
Bunları özleyeceğimiz günlere daha var.

Bir tren yolculuğu benimkisi,
tren ileri gider, ben hep bi arka vagona geçmek isterim.

18 Mart 2014 Salı

24 Ocak 2014 Cuma

nerede kalmıştık

Hep çok konuştuğumdan yoruldum. Düşünmekse benim için nefes almak gibi bir şeydi.
Oysa şimdi geçmişe bakıyorum, zamanı düşünmüşüm, iyi bir insan olmayı düşünmüşüm,
her şeyin içinde kaybolmamayı denemişim;

Nefesim tükendiği anda, filmlerden aklımda kalan bir rastlantı;
yağmur yağmış, ıslanmaya başlamışım,
biraz mutsuz sona sevinirken, yağmur dinmiş;
söylenceye göre bana ayağa kalkmayı öğütlemiş...

O gün bu gündür sormuşum nerede kalmıştık?
ertesi gün yine sormuşum; nerede kalmıştık?

kendimi nerede bırakmıştım, beni nerede unutmuştunuz?
hatırlasanız geçen zamanın bir anlamı olur mu?
sormuşum, soruyorum!

En çok anı biriktirememekten yakınmışım,
oysa ben her seferinde demiş idim;
sıfır noktasından, en başından diye.
Halbuki her dediğimde;
biraz daha üstten,
daha ortadan,
daha adil,
herkese karşı,
ama kendime değil!

Bencil olmam bundanmış, öyle dedi bizim sokaktaki tospağ,
Der ki, beklermişim onun gibi ben de bir gün parçalarıma ayrılmayı,
o gün sevemediğim insanların hepsinin benim için ağlamasını dilermişim.

Hep çok konuştuğumdan yoruldum; düşünmekse bana artık çok uzak .
susmalı belki, biraz daha etrafa bakmalı,
ama bu sefer daha dikkatli,
bir sonraki yağmura kadar daha temkinli,

belki üzülebilir sonunda uçurtmacı mutsuz sonlara,
belki son kez sorabilir bir gün;
nerede kalmıştık?

18 Ocak 2014 Cumartesi

Şimdi siz ne güzel uyuyorsunuzdur, kokunuz ne güzel siniyordur yastığınıza;
Rüyanızda doğmamış çocuğunuz gülümsüyordur size,
çünkü uykuya dalmadan önce hayalini kurmuşsunuzdur
bir çocuğun akan göz yaşlarını dindirmenin.

O çocuğun duasıyla uyanacaksınız,
yüzünüzü yıkarken yüreğini göreceksiniz,
gardrobunuz o kokacak,
uyku sersemi bir oyuncağa basacaksınız,
kalbiniz biraz acıyacak.

siz, vapurda küçük bir çocuğu seveceksiniz gözlerinizle,
o martılara bakıyor olacak, martıları kıskanacaksınız;
belki size gülümsediğini zannedeceksiniz,
içiniz titreyecek. Tanrıya tekrar inanacaksınız.

Ama şimdi uyuyun,
Siz ne güzel uyuyorsunuzdur, kokunuz; ne güzel siniyordur yastığınıza...