31 Temmuz 2010 Cumartesi

ortak kader çocukluktu, ayıran kader ölümdü

evimden evinin balkonunu izlerken,
çocukluğumuzun çocukluğundaydık,
sevgiyi ölçtürdük sonunda,
arkadaşlık çıktı kutudan...
ortak kader çocukluktu,
ayıran kader, ölümdü,
bir cocuk masumluğunda,
acı bir ölüm şimdi,
nefes boruma tıkanan,

ortak kader çocukluktu,
ayıran kader ölümdü,
masum olan kutu,
bir de mutluluk çıkarsaydı şu işten?

masum duran kutuydu,
suçlu hep kaderdi,
tanrıya havale şimdi suçlu,
kendi yazdığını kendi mi affedecek?
'Çisil! sobe!'
' ama mert sen hiç yerinden ayrılmıyorsun ki, olmaz ki böyle'

'çissiiil! topal kurtsun!!'

'ya hadi bi bira içelim'
'ya kızlar ben normalde içmem ama, biliyosunuz ankara'ya gitmeden önceki son akşamım'

'çisiil! naber?
iyidir mert! senden?
iyidir ya nası olsun..
neresi oldu?
dokuz eylül!
vaay iyiymiş..
sen nabtın?
ya ben marmara'dayım .. hukuk!
vaay helall olsun valla ha! kafa basıyo senin!'


güzel bir insanın mut inancı üzerine..

hatırlıyormusun?
diye başlayan cümleler kurmayın bu akşam,
bu akşam, birçok hatıram,
tek taraflı,
tarafımdan
anılacak,

bu akşam çisil çisil yağacak hatıralarım,
bir apartmanın çatı katından duyulacak,

sen! güzel insan! sevgili arkadaşım!
çocukluğum!
gittiğin yerde daha mutlu olacağını bilmeseydim,
çok bencilsin diye kızardım, ancak,
yine de senin anılarını seninle yad edememek var ya,
çok acıtacak!

biliyorum, bu ümit boş değil,
sevmek pek ümitli şey ne de olsa?
değil mi nazım abi?

bağlı kader

iki kelimeye bağlı kader,
seçmelere bağlı,
hem de şu andaki seçmelere değil,
daha çok önceki seçmelere,
dahası gelecekteki seçmelere bağlı kader,

kardeşim, kaderin işi bugun değil,
işte bu yüzden,
kader zamana bağlı..

siniş

kokun,
üzerime sindi,
sen,
bende bir izsin şimdi,
geçmişime sindin,
geleceğime sinmektesin,

bu siniş,
zamansızlığımızı öylesine sindirdi ki,
neredeyse sen,
zamansızlıklara rağmen,
kendinmişçesine bırakacaktın kendini,
neyseki,
'daha değil'
dedin,
zamansızlığımızı hatırladık birden...

sevgi istanbuldadır..

boğazda sevginin forsu dalgalanır,
sevginin forsunun karşılığı,
gemilerin en sevdiği akıntıdır..

martının vapurdan kaptığı simit parçasıdır sevgi,
balıkçının sudan çektiği balıktır,
esen boğaz yeline karşı, ıslık çalmaktır,
sevgi, istanbuldadır, gün itibariyle,

balıkçılar, martılar, vapurlar,
mavi deniz, beyaz gökyüzü,
çıldırınız sevinçten,
bugun daha bir anlamınızdaydınız,
gün itibariyle sevgi istanbuldadır...

uçurtmacı'dan öğütler no:1

en sert duvara çarptığında,
mutlaka yeni bir kapı açılmıştır ya...
sen,
'gece gibi güzel adam'
ümidinden çok ekmek yedin,
sevgiye dönüştüler işte bak!
sevda oldular ümitlerin...

sen!
'gece gibi güzel adam'
şunu da bil ama,
'uçurtma uçurmak zor iştir'

üç şair..

çantanın içindeki küçük sandığa sığmaya çalışan üç şairdirler,
okunmayı bekleyen..

küçük sandığın içinden çantanın sahibinin sevdiğine seslenen üç şairdirler,
sevgiliye söylenen..

çantanın sahibinin, sevdiğine söylediği en güzel kelimelerin sahibi üç şairdirler,
zaten bililnen..

sandığa ait değildirler, yazıldıkları kağıtlara ait değildirler...
okundukları dudaklara aittirler..
yine de daha değil..
daha var okunmalarına..

29 Temmuz 2010 Perşembe

için!

güzel günler, insanlar için,
güneşli günler, insanlar için,
umutlu günler insanlar için,
ölümler, insanlar için,
fukaralıklar, insanlar için,
savaşlar, insanlar için,
sevgili dostlar, bu dünyada karaciğer kanseri de insanlar için,
, en eski şaraplar da insanlar için,
madem,
öyle de öleceğiz, böyle de,
iyisi mi, siz insanlar, için!

iki yakası bir araya gelmeyen hikaye...

kadıkoy'de güneş batar,
eyüp'te akşamüstü mü?
aynı hikayenin en esas iki karakteri gibidir istanbul'un iki yakası...
kavuşamazlar,
ancak vapur sirenleriyle aşk mektubu yollarlar birbirlerine...
aynı anda aynı yıldıza bakan iki aşık gibi,
farklı silüetlerde aşıktırlar birbirlerine,
farklı seslerin farklı yorumlarıdır ikisi de,
yine de içten içe aynı hikayeye aittirler ya,
işte o yüzden;
kadıköy'de güneş batar..
eyüp'te akşamüstü mü?
değil...

25 Temmuz 2010 Pazar

bu kalem yazıyor...

ben olaylar üzerine yazamam pek birşeyler,

kalemim kavramlar üzerine yazar hep,

bazen nesnelere, bazen umutlara,

bir taşın altında buldum mu bir ümidi,

sarılırım kalemime,

nesnel olanı en öznel biçimde yakalamaktır amacım,


şu sıralar benim için en özel olana en nesnel biçimde yaklaşmaya çalıştığımdan,

yazamıyorum pek birşey,

yazsamda beğenmiyorum,

birkişi okusun diye yazıyormuşum gibi sanki,

kendini koyvermek gibi geliyor bazen,

bazen bulmaca gibi,

yine de umut var ya içimde,

isterse en özeli olsun..

bu kalem yazıyor..


24 Temmuz 2010 Cumartesi

yazı yazan kalem üzerine..

bu meret, ne zaman yakar adamın canını bilir misin?
acıyla karıştığı zamanlar umutların.
peki, ne zaman karışır acı, umutla?
karnın aç değilse eğer,
sevda karıştırır umutla acıyı...
bir yere varamamaktır acıtan,
yine de ışık görmektir ümit ettiren...
bu meret ne işe yarar bilir misin?
ışığı gösterir, en karanlık günlere rağmen..
yani sevgili dostum,
yazmak dediğin şey, bir şişe şaraba eşdeğerdir,
güzel olursun!





bir 'az'dır

şimdi dinlenme zamanı biraz,
biryerlere gitme zamanı,
ktap okuma biraz,
müzik biraz,
yeni anılar için beklemek gerek biraz,

güneş enerjisiyle çalışmıyoruz ki,
insanız biz de biraz,
dinlenmek için geldiğim yerlerde,
kendime bir şeyler katma zamanı biraz,

eskiyor çünkü insan,
kendini yenilemedikçe biraz..



23 Temmuz 2010 Cuma

gökkuşağı üzerine..

büyük bir yağmur damlasının bulutundan yoğunlaşıp yere düşüp parçalanıncaya kadarki ortalama süresi ne kadardır?
bu önemli değil,
önemli olan, bir bulutken mutlu olan su buharı tanecikleridir,
o tanecikler güneşin yerdeki denizden yansımasıyla büyük bir ışık görürler,
ne yazık! o sahte yansımaya aldanan tanecikler, aralarında anlaşarak yoğunlaşmaya çalışırlar,
tek amaçları daha buyuk bir su kutlesine ulaşmak olsa da, onlar yoğunlaşırlarken denizin üzerinden çoktan geçmiştirler, şimdiyse insanlarının pek mutlu olmadığı gri bir şehir üzerindedirler muhtemelen,- ki bu bakımdan okyanusun üzerindeki bulutlar daha şanslıdır-
artık bir yağmur damlası olan tanecikler, bulutlarından ayrıldıkları için hüzünlülerse de ne kadar, umut onlar için hala vardır..
ve gittikçe alçalırlar, sıfır yüksekliğe doğru alçalırlar,
çarpana kadar alçalırlar,
çarpana kadar birbirleriyle dans eden mutlu arkadaşlardır,
ve bütün bir damla halinde alçalan tanecikler, sert bir çarpmayla dağılırlar,
zorla salkımından koparılan üzüm tanecikleri gibi,
artık daha küçük su birikintileridir onlar,
birbirlerinden ayrı, uzak, aynı yere ait parçalardırlar,
neyse ki alçalırlarken güneş ışığıyla boyadıkları yedi renk tek tesellileridir...


21 Temmuz 2010 Çarşamba

onunla ortaçgil'i dinlemek kendimi kendimle dinlemek gibi bir şey...



19 Temmuz 2010 Pazartesi

zincirbozan

bir mide bulantısı üzerine,
işaret parmağımı gezdirsem damağımda,
kaç kadın kusardım etrafa?

zehirlenmiş hayatlarla zehirlenen,
sindirilemeyenleri içinde sindiren bir hayat,
her neyse,
kaç kadın kusardım etrafa?

hani bir zincir,
bir parçası tekine bağlı ya,
o yüzden bir zincir..
ayrı olsa her biri; halka,
her halukarda maharet ipi ortasından geçirmekte,

yine de bir parçası diğerine bağlı ya,
kolye yapmaya benzemiyor meret ki şiir olsun,
zincir bozmaya benziyor,
kendini bozuyor,
kendimi bozuyor,

bir kafesin içine sığmayan bir sürü insan,
kafesin sahibi, daha büyük bir kafeste duramayan bir insan,
her neyse,
kaç insan kusardım etrafa,
bir mide bulantısı ki içimde,
kusturtmuyor...

16 Temmuz 2010 Cuma

belirsiz bir tarihte belirsiz bir kişi için söylenmiştir

orda olmayana yazılan, orda olmayandan daha değerliymiş.. meğer.. gözyaşı yok hikayemde ama yeterince bakış var uzaklara, ve yeterinden fazla başkaları için atılan kalp atışları, yine de hikayem, benim hikayem.. en azından benim olan bir hikayem var, yazdıklarımı onun için yazmasam da, ağlamasam da onun için.. ve biliyorum uçurtmamın ipi kısa kaldıkça, devam edecek bir hikaye.. kim bilir, belki beni göremese de uçurtmamı görür baktığım ufuklardan...

'hayır'a en yakın evet...

ömrünün sonuna kadar, yanında olmamın imkanı var mı?
sırtım sırtında kamburlaşsın mı?
omuzlarımız, omuz omuzayken çürüsün mü?
kalpler aşkla mayalansın mı?
ki mayalanırsa, hayat bir bira kadar güzel olacak,
ki mayalanırsa, sen bir bira kadar güzel gösterebilecek misin hayatı?

bir evet dersen, kafiyesiz cümlelerimizle büyüleniriz birlikte,
ama hayır dersen, kendi kafiyesiz cümlelerimde boğulurum,
işte o zaman, bir tek bira yaşanabilecek kadar güzel gösterebilir hayatı,
sakın hayır deme....




14 Temmuz 2010 Çarşamba

alarma

durduğum yerden izliyorum gidenleri,
kırmızı çerçeveli tabloya, sırtı dönük yalnız adamım,
ikinin içindeki bir mi?
birdenbire gece yarıları birden çıkan iki mi?
nasıl olursa olsun,
iki kapıda yalnızlık, iki kapıda duvara çıkıyor,
ve malesef, gece hangi saatte uyunursa uyunsun,
sabahları alarmlar aynı saatte çalıyor...



ama dedi...

dur! dedi, durdum,
gel! dedi, geldim,
sev! dedi, sevdim,
git! dedi, kaldım...

yağmursuz

peki, yapmayı en iyi yapmayı bildiğim şeyi yaparım ben de,
yağmurlarda kaçar, yağmurlarda aşık olurum,
yazın tadını sonbahar esintilerinde aramaktı benim derdim,
biraz ıslanmaktı...

azıcık boğazı seyretmekti derdim,
düşünmeden gemilerin trafiğini,
biraz olsun, üşümekti yazın sıcağında,
yoksun diye sen,
çok şey yok şimdi,

peki, olsun, yapmayı en iyi bildiğim şeyi yaparım ben de,
yağmursuz da kaçar, yağmursuz da ıslanırım...


12 Temmuz 2010 Pazartesi

imrenme

can uyumak istemeyince beden n'apsın?
kana kana düşünüyor beyin,
yarım gece, yarım gunduz,
tam bir uykusuzluk havası bende-ki,
yonca, fazla abarttık düşünmeyi,
uyuyan insanlara imreniyorum...

6 Temmuz 2010 Salı

bir günün günlüğü..

sevgili günlük,

her ne kadar gecenin en karanlığında doğmuş olsam da, zaman beni aydınlığa doğru akıttı bir kaç saat içinde.. ki bu aldatıcı aydınlık, kendini sana şu satırları yazdığım sırada kendi sahteliğini bıraktı ve her yer karanlık yine,
bugun yani ben, yaşamış olmaktan memnun değilim sevgili günlük,
değişmedi hiçbirşey benimle, insanlar öldü, bombalar patladı, insanlar birbirine küfretti yine, sevgililer ayrıldı, bitecek aşklar başladı, böyle bir dünyada birkaç saat sonra tarihe karışacak olmaktan mutlu değilim sevgili günlük, doğdum ve bu dunyayı 24 saat bile kaldıramadım, yerime geçecek olanlar, onlar umarım şans getirirler..

imza: 6 temmuz 2010, salı