28 Mart 2011 Pazartesi

keşke deme vakti.

Keşk...
dur söyleme,
peki söylemeyeyim.
söz vermiştin, unuttun mu? bu kabulleniş niye?
bazen de olanı kabullenmek gerekir.
ama çoğu zaman kabullenmemek.
seni götürmesine izin ver hayatın bir kere de olsa.
hayatın senin eserin olmasa da olur.
eser?
benim hayatım...
ben başkalarının hayatlarında bölünerek yaşıyorum.
her unutuş, bir ölüm.
her tanışma, bir doğum. mu sanırsın?
uyan uçurtmacı, geldik. keşke deme vakti!

18 Mart 2011 Cuma

Bir İstanbul Anısı

Uçurtmacı,'Hava soğuk' dedi, hızlı adımlarla vapura doğru ilerlerken kendi kendine... Kalabalık vapurun, konforsuz koltuklarında oturmaya yer arandı. Zor da olsa boğaz manzarasını görebileceği sıcak bir yer bulabildi. Karşısında muhtemelen işinden dönüyor olan, siyah parkalı kirli sakallı, her halinden Anadolulu olduğu belli olan, iri yarı bir adam oturuyordu. Cam köşesinde, takım elbiseli bir kadın, kulaklıklarıyla ortamdan çoktan ayrılmış, boğazı seyreder gibi yapıp, muhtemelen düşlerini gözden geçiriyordu. Buraya kadar yolculuk İstanbul şartlarında olağandı. Aniden, yaşları 9-10 olan iki küçük erkek çocuk yanına oturdu. Öyle bir hızla koşarak gelmişlerdi ki, kulaklıklı bayanın bile dikkatini çekmişlerdi. Karşıdaki adamsa hala donuk bakışlarla etrafını inceliyor, etrafında gelişen olayların farkında değilmişçesine, gözünü bile kırpmıyordu. Uçurtmacı o an farketmişti, adamın yolculuğun başından beri televizyondaki haberleri izlediğini... Eğer adamın baktığı yere bakmasaydıi uçurtmacı orda televizyon olduğundan bile haberdar olmazdı.

İki çocuk koşarak gelmiş olmalarından nefes nefese kalmış birbirlerine heyecanla birşeyler anlatıyorlardı. O derecesine tatlılardı ki, ne konuştuklarını duymayı isterdiniz. Uçurtmacı da bu yüzden çocukların söylediklerine kulak kesildi ama konuştukları hiçbir şeyi anlamadı. Kürtçe konuştuklarını düşündü çocukların. Daha bir merak etti uçurtmacı ama ne kadar kulak kesilse de anlayamıyordu.

Çocuklardan biri, yanlarında oturanın kendileriyle ilgilendiğini anlamış olacak ki, uçurtmacıya dönerek;
değil mi abi? diye sordu. Uçurtmacı ne yapacağını şaşırdı. Eli ayağına dolandı, böyle bir şeyi beklemiyordu. Ama kendini biraz toparladıktan sonra, Haklısın kardeşim. dedi. Çocuklar gülümsediler. Uçurtmacı gülümsedi;

Ne yapıyorsunuz bu saatte yalnız başınıza? diye sordu.

Abi, biz çengelköyde oturuyoruz aslında. Gitar alcaktık, Unkapanı diye bir yer varmış. Oraya gitcektik ama bulamadık. Şimdi de geri dönüyoruz. Sen Unkapanı nerede biliyor musun abi?

Biliyorum tabii ki, keşke vapura binmeden önce karşılaşsaymışız, ben de gitar çalıyorum. Sizin için iyi bir gitar seçerdik beraber...

Yolculuk boyunca konuştular. Çocuklar İstanbulluymuş ama birinin ailesi Batman, diğerinin ki de Mardin'den göçmüşler. Uçurtmacı, onlara gitar öğrenirken ne yapmaları gerektiğini dili döndüğünce anlattı. Onlara ismini, telefon numarasını, hangi okula gittiğini yazan bir kağıt verdi. Eğer canınız aramak isterse arayın olur mu? dedi... Uçurtmacı der ki şimdilerde, aylar geçti ama bir kez bile aramadılar. Umarım en güzel gitarı alabilmiş, en iyi şekilde öğrenmeye başlamışlardır.

(Tamamen Yaşanmıştır)

2 Mart 2011 Çarşamba

Boş zamanlarında düşünürdü... Boş zamanlarından geçen boş düşüncelerle hayatını şekillendirebilseydi, belki zeki olduğuna bile şükredebilirdi.. Ömrü boyunca kendini zekasında var eden bir insan, tembelliğiyle övünmemeliydi... Hata, insana; aptallık ona mahsustu sanki..