22 Aralık 2011 Perşembe

Yanılsama

Bana sorarsan, ismi siyah bir şehrin ışıkları altında yürüyoruz seninle,
Kırmızı karları çoktan geçtik, yeşil yağmurlarda ıslanıyoruz,
Kinaye katarak, yaşamamız anlamına,
İnanmamaya küçük bir pencere açıyoruz.

kendi tanrımızı kendimiz tanıyarak yapıyoruz bunu,
sanki biz yaratmışız da, yeryüzü dediğimiz
bu derin yanılsamaya biz göndermişiz onu,
ve sınıyoruz,
bizi sevip sevmediğini...
anlayıp anlamadığını...

Kendi inanışımızı deliyoruz bir yerde,
yani diyoruz ki mesela,
'' bi kediye inanmak ne kadar saçmaysa''

Kırmızı karlardan geçtik, yeşil yağmurlarda ıslandık...
siyah isimli kentlerde denize girdik,
hatta kendi tanrımızı bile yarattık,
seninle ben,
-farkında mısın bilmem-
yanılsadık...

6 Aralık 2011 Salı

Beni anlayabilir misiniz?
basitleştirmeden?
benzetmeden başka benzer acılara,
teselli edebilir misiniz?
bir gün olsun,
Anlayabilir misiniz ki siz beni?

16 Kasım 2011 Çarşamba

Kendi kendime,
ve kendimle.
Dert,
benden.
meze benden.
Bir doğalgaz sobasında,
kestane pişirebilmek düşüncesinin,
yani 'değişenin'
yüzüne bir 'tokat' gibi çarpıldığı şu saatlerde..
'titrerim mücrim gibi baktıkça,
istikbalime...'

8 Eylül 2011 Perşembe

İyi ki deniz var!
Deniz var iyi ki!
Var iyi ki deniz!
ki var deniz! iyi...

uzaklarda güzel bir yaşam olduğunu
ümit ededursun osman.
osman'ın aptal olduğunu düşünedursun,
bakkal mehmet,
göremediği tanrıya inanır.
sorgusuna hacet yoktur.
onun derdi,
denize bakan osman'ın umudundadır.
yoktur demiyorum mehmet usta.
görünmeyenle derdin nedir senin,
onu sorguluyorum!
peki bakkal mehmet,
benim seninle derdim ne?

iki ekmek uzat bana.
süte zam gelmiş diyorlar?

7 Eylül 2011 Çarşamba

Mutlu günler üzerine kaç cümle alıntı yapabilirsiniz? Kim ne yazmıştır mutlu günler üzerine.-yine de mutlu anların kısa süreceğini yazan bir hikayeci tanıyorum, hikayeleri gibi istanbul'un-
Ve bazen bir şey yapmak, sadece 'bir şey yapmayı' özlediğinizden, bekleyip görme vaktinin artık size geldiğinden, en büyük mut sebebidir.

4 Eylül 2011 Pazar

'mahal'den manzar'a...

Şu yokuşun en yaşlı teyzesi
kem kem kem kem kem
kemik atıyor köpek kafasına,
kemanlar çalıyor aşşağı mahallenin
cenazesinde, göbek atıyor tavşanlar,
amcalarda gırnata
gır gır gır gırlaa..

biz orta mahalleciler,
kan kan kan kan kan
kanun sesini birleştirmeye çalışırız,
ağ ağ ağ ağ ağlama!
ve hık hık hık hık hık,
hıçkırık sesiyle.
tavşan avlarız biz tavşan!
karınca cüssesiyle.

Aşağısının yukarısının ve ortasının kedileri
bir olmuşlar,
kafa şişiriyolar.
çiğ ciğere pis deme
yarışına girmişler.
söylentiye göre en yaşlı olanı,
arnavut ciğeri severmiş.
in in in in in
inadıda güzel olur arnavudun,
ciğeri de.
mahallenin yukarısının taşları
kadın,
aşağısının kadınları taşmış.
gençliğin kaderi,
arnavudun inadına,
kalmış kalmııış, kalmış....




28 Ağustos 2011 Pazar

sekizbinyüziki

Ben 'sekizbinyüziki'den fazlasıydım.
an rakamlardan arınma vaktidir,
Belki, bir ihtimal yeniden,
bir,
ben olma vaktidir.

Değişmeyen tek şeyin,
bir şeyler götürmek olduğu,
Yolun yokuş olduğu,
bıçağın ustura,
usturanın kasap olduğu,
yani,
kimin ne B.O.K.
olduğu
belli olmayan
6 yılın sonunda siz,
'Vaadedilen ağustosta'
bensiz,
bense kendi kaderimde
kimsesiz
-bu son cümlede bir anlatım bozukluğu
var şüphesiz-

sekizbinyüziki'den arta kalan,
Ayak izi,
asker postalı,
ve birkaç haftasonu cezası
-ki sakarya caddesi çirkin kadınların kabesidir-


Kendi kendisine geçiyor zaman,
hafıza kendi kendisini siliyor,
-bir gölde bir balık kendi kendini zehirlerken,
bir askeri okulda tuvalet eğitimi yarım kalıyor
nöbetçi uyumuş, devriye nöbette-

hem siz bilirmisiniz ki,
bir tüfek patladığında nasıl ses çıkarır?
bilirsiniz, bilirsiniz!
Pekiii
bilirmisiniz siz, 15 yaşında bir erkek çocuğu nasıl ağlar?
bilmezsiniiiz nası bilceksiniz?
ah ulan siz siz siz siz....
şu sicil numaralarından ibaret olanlar lar lar lar lar...
kaç küfür yediniz bugüne kadar dar dar dar?

Sekizbinyüzikiden ikibin onbir çıkınca kaç kalır?

-Bando Okulları Komutanlığı 2011 Mezunları adına,
Mezuniyet anıtı olursa eğer bir gün onun için,
yok olmazsa,
2. kısmın duvarına kazınmak için,
yazılmıştır-


26 Ağustos 2011 Cuma

Bırakamayışlarına hapsolduğunda,
tutmaya çalış.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Durdu, kadının karşısında adam
Denize karşı durur gibi durdu,
ve rüzgarı arkasına almış gibi,
ayaktaydı kadın.

-söylenecek şeyler vardı-

Atar damarından duyuluyordu adam,
yumruk yaptığı sağ eline sıkıştırdı
anlamlarını
ve duyguları
tıkadı damarlarını
adamın

-susulacak zamanlar vardı-

her şey iki göz kırpmasıyla sonlandı
gözünü kırpmadan,
öldürebilirdi kendini oysa.
göz kırpması
-milat-
önce
ve sonra...

Her şeye bir göz bebeğinin
bir bakışı anında karar verdi adam.
-susulacak zamanlar vardı-

Ve adam,
sustu...
güneşin batışını izleyen
bir sokak kedisi asaletiyle sustu,
aç ve yalnız.

19 Ağustos 2011 Cuma

plastik çiçekler ve ben

  • ve plastik çiçekler
  • bir dünyanın en gerçekçi
  • imgelerinden biridir

    -çağımın aklında plastik çiçekler açıyor-

    • plastik çiçekler imgesini bayatlamadan buzluğa atmaya ne dersin
    • böyle değerli bi imge kullanılmasın artık istiyorum
    • unutulsun
    • sonra
    • yeniden keşfedilsin
    • sonra yine unutulsun
    • sonra yine keşfedilsin
    • ta ki plastik çiçek üretimi yasaklanana kadar

      -çiçeğin imgesi kaybolduktan sonra yani-

      • hayır
      • çiçeğin imgesi orda dursun
        • üzerine şiir yazılmayan çiçekler vardır bence hala
        • ama plastik çiçekler
        • yapaylığın simgesi olmakta ya şu unumuzde
        • bu simgeleme bir guzellik de barındırıyor ya içinde
        • ben guzelliği diyorum işte buzluğa atalım unutulsun orda
        • çünkü yapaylığın yanındaki
        • en büyük sorun
        • tüketilmek
        • ikisinden biri
        • ne
        • takılmadan yaşayamıyorsun
        • o güzellik tüketilmeden diyorum
        • unutsak gitsek o
        • sonra
        • bulsak yine
          • sonra yine unutsak
          • yokluğunun değerine
          • vurgu yapmak istiyorum
          • burada
          • plastik çiçekler
          • kullanılıp atılmasın istiyorum
          • budur bence
          • ve bence
          • nihat adamdır
          • su içmeliyim
          • boğazım kurudu
          • klavye kullanmaktan

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Nefes almak için
çıktım şöyle bir.
-nereye!-
Şöyle bir,
resme takıldı kafam.
-takılmadı aslında gömüldü-
Bir gömü kafam..
resimde;
berbat sırıtan bir adam.
ölü kokmuş nefesi
burdan duydum.
-sanki daha önce bir ölüyü yemişim gibi duydum-

bir resimle an paylaşıyorum.
paylaşılan 'an'lar resimlenir,
hadi çek bir resmimizi.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Ay-dınlatamayacaklarına ışık tut-
mana gerek yok di
mi?
sar-ılamayacaklarına koş-
mana da g-
erek yok

İn-san olsa bu kadar sab'rederdi-
kayık olsa çoktan batmıştı-
-bir mutluluk mimiğine
bütün umutlarımı satabilirdim oysa-
daha sonra
Çoğ-
alt-
mak üzere
san-
dığa attım onları-
şimdi
izin verirseniz
-ki verirsiniz-
yüzümü yıkamalıyım

2 Ağustos 2011 Salı

kabataş vapuru ve tam bir sene üzerine

aklımda kalan bir kabataş vapuru. Bir film şeridinden çok farklı hatırlıyorum anılarımı. Sanki o tüm bir senem kabataş vapuruda geçti. Ne daha fazla, ne daha az... Belki bir sandık, ama kabataş vapurunda, sonra bir meyve salatası ama kabataş vapurunda. Geçen seneden buraya geldiğim nokta kabataş vapurunun kadıköy'e varmasından fazla değil, ama geçen seneden bu yana geldiğimiz nokta o kadar uzak ki benden, yine de senden uzak değil, yani bizden uzak değil. Bir an bizden uzaklaştım sandım... Bir an ama... hiç gözbebeğinin içinde kaybolduğun olmuş mudur? hani bir avuç suyu yüzüne çarparsın, çarparsın da sonra aynada kendi gözlerinin içine bakarsın... hiç kayboldun mu gözbebeklerinin içinde... sorduğun muhtemel iki sorudan biri şudur: ne yapıyorum ben? ikincisiyse ne yapacağım ben? işte, bu iki sorunun arasındayım ben fakat bu iki sorudan çok uzağız biz. biz, yani sen ve ben sonra benim yanımdaki seni ve senin yanındaki beni de unutmamak lazım. bu arada, karıştık mı biz? Sence karıştık mı? bir sene geçti ama karıştık mı sence biz?

Aklımda kalan bir kabataş vapuru... bugün bir şeylerin düzgün gitmemesini o vapura, umutlu olmamı sana yoruyorum. değişen bir şey yok buralarda. ben gelemem sen git biraz dolaş...
Gerçeği gösterme telaşı içindeydi aynalar,
ışıklar aynaları yanıltma derdindeydi,
insanlar kendilerini aşağılama niyetindeydi aynalarda!

Bir göz bebeği içinde kaybolduğunuz olmuş mudur?

Işıklar aynaları yanıltma derdindeydi,
sular ışıkları kırma derdinde,
İnsanlar suların içine saklanma derdindeydi; sanırsınız bir intihar!

Bir gözbebeği içinde hapsolduğunuz olmuş mudur?

Sular kırma derdindeydi ışıkları,
Islanma derdindeydi aynı anda bir şeyler,
Aynı birilerinin, birilerini yakma derdinde olduğu gibi

Bir göz bebeği içine saklanmaya çalıştığınız olmuş mudur?




15 Temmuz 2011 Cuma

Ve ben,
bir şiire aşık oldum,
bir güneşin doğuşu ve kemana,

yani belma sebile
yani zaten olana

ve aklımızda kalsın,
herkesin bir belma sebil'i olurmuş şu hayatta...

14 Temmuz 2011 Perşembe

Önümüzde bizi bekleyen şeyler var;

Daha dipte, daha karanlıkta,
daha küçük umutlar besleyeceğiz.

daha yuksek riskler alacağız,
gulumsemek uğruna..
belki guzel olana kavusma uğruna,
buyuk kayıplar vereceğiz.

'eksik' kalmıslar kapımızı çalacak elbet bir akşam,
'yarım' kalmışlar eşlik edecek uykusuzluklarımıza,
ve biz,
ve biz ve balıklar,
ve balıklar ve deniz,
genel anlamda 'biz'
yani dar anlamda 'ben'
'eksik' anlamda seni
tamamlayacağız bir fotoğraf karesinde...



Arkamızda kalan şeyler var;

Bir bayram şekeri; yere düşmüş,
Kitaplar dolusu okunmamışlıklar,
Gözler dolusu bakılmamışlıklar,

özlemler geçmişte kalan.
artık özlemeye cesaret edemediğimiz,

'hiç bir şeyin yoksa kaybedeceğin birşey de yoktur'

Bu sefer kaybedilecekler var;
Asla kazanamayacaklarımız uğruna,
kaybedeceklerimiz var.
Kendi pişmanlıklarımızı,
kendimiz yazıyoruz kaderimize.

Özlemler; geçmişte kalan,
artık özlemeye cesaret edemediğimiz..



13 Temmuz 2011 Çarşamba

en büyük umutsuzluğa dair.

'Özgürlük'
sorumluluklarıyla birlikte elbet,
Başkasının seni kısıtlamasından kurtulmakla beraber,
yeterince güçlü değilsen eğer,
kendi kendini kısıtlamaktır özgürlük.

En büyük tembellik değil belki,
ama en büyük umutsuzluk benimki...


9 Temmuz 2011 Cumartesi

Kendi kendisine şarkılar söyleyerek ilerliyordu. Bir melodidir gidiyordu. sesi güzel değildi ama kötü olduğunu da kimse iddia edemezdi. Artık insanlar o yolda yürürken bakmıyorlardı ona. 'Eskiden' bakarlardı. Çünkü yaşadığı yer küçük bir yerdi ve oradan ayrılalı yıllar olmuştu. Herkesin herkesi tanıdığı yıllardan kalmaydı o şehirde...

Şurada diye geçirdi içinden, okulum dedi. 2 dk sonra, Gidemediğim okul da şurada dedi. En yakın arkadaşım şurada oturuyordu dedi. Bir anı bahçesinde dolaşır gibi dolaşıyordu şehrin evrim geçirmiş sokaklarında. Her ne hikmetse 'ev'ler değişmemişti...

Bütün insanların ona tanıdı geldiğini düşünüyordu. Yol boyunca düşündü, kimi nereden tanıdığını. Hatırladığı isimler vardı, yüzler, sokaklar... Ve onu artık tanımayan bir şehir..



acı, ama basit

Güvenme konusunu halletmiştik!
Güveni anlatmıştık hani,
açıklamıştık uzun uzadıya,
akıllıya anlatırcasına,
uğraşmıştık şöyle bir;

hani demiştik;
en güvendiğin zaman,
en dikkatli olman gereken zaman.

Sonra biz, anlaşmıştık da bu konuda,
sözler vermiştik, güvenmiştik sözlerimize,
birkaç kelimeye bağlamıştık birbirimizi,
yani
güvenmiştik.
yani
ben
güvenmştim...

Ama yaşadıkça öğreniyor insan,
kağıda mürekkep akıtmakla da öğrenilmiyor,
kitaplar başında kambur kalmakla da.
yaşadıkça öğreniyor.

Kıssadan hisse,

İnsanlar bağlı birbirlerine,
Sevgileriyle de değil hem de,
güvenmeleriyle ağlılar birbirlerine.
Yani ben;
Sana güvendiğim derecede bağlıysam,
sen bana muhtaç olduğun kadar yakınsın.
acı ama basit yani.
Bizse romantik dünyamızda kendi karantinalarımızın içinde,
cenin pozisyonunda yaşayaduralım...
acı ama basit.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

olmuş olan olacak

Olmasını istemekten,
olanı kabullenmeye doğru,
Yeni nesil umutlarımız,
'baştan aşağı bir yenilenme çabası'
ve beraberinde gelen yakılmışlar...

Gemiler yakarak,
Ve küllerinden sallar yaparak,
su üstünde kalma çabası bizimki..
Olmasını istemekten çok,
olanı kabullenmek çabası...

Yakılmak ama batmamak,
'işte bütün mesele bu'


29 Haziran 2011 Çarşamba

'Kimseye yakın hissetmemek,
ve aynı zamanda herkese yakın gibi davranmak'

Kimi kandırıyorsun?

Kim kimi kandırıyor?,

İnsanlar söyleyeceklerini,

yüzlerine söyleseler ya,

daha sorunsuz bir dünya olurdu,

birbirimizin yüzüne 'özür dilerim'i bırak,

Seni seviyorum bile diyemezken,

dürüst olmamakla itham ediyoruz,

yine biz birbirimizi...

27 Haziran 2011 Pazartesi

değişim zor şey!

bir yerlerde bir şeyler sabit kalıyor olmalı muhakkak,

değişmemeli günden güne bir şeyler artık. misal;

güneş ya batmalı hep, ya doğmalı.

Bir var, bir yok olmamalı.

Durmalı bir şeyler yerli yerinde,

giden gelmeli. misal;

zaman durmalı tam gitme anlarında.

insanlar en saf hüzünlerini yaşamalı.

misal gerçek olmalı. misal,

güneş hep doğmalı.

ne gitmeli ne de kalmalı,

dönmeli. misal,

bir şey yapılmak zorunda olmamalı.

isteniyorsa yapılmalı .misal,

gidilmemeli, gidilmek istenmiyorsa,

ya da kalınmamalı zorla,

ne isteniyorsa o olmalı.




kendimize gelmelerimiz

Kendimi, kendim gibi ve kendimle yaşamak arzusu...
ruhsuz yaz akşamlarında,

deniz, bilirkişisidir ayrılıkların ve tüm birleşmelerin.

O birleşmeler ki,
ikinin içinde bir olmaktan gelme,

ve bire ait olma telaşındaki başka birilerine doğru gitme,

nihayet, denize karşı kaskatı kesilmelerimizde bitme.

bir üşüme, bir terleme ve bir 'seni seviyorum' dan ibaret,

yaz aylarında insanoğlunun tüm korkusu.

ruhsuz yaz akşamlarında, kaskatı kesilmelerimizden ibaret,

düşünce labirentlerimizde kaybolurken,

derin nefes almalarımızdan ibaret,

kendimize gelmelerimiz

ve gitmelerimiz tekrar,

serin güz akşamlarına doğru...




22 Haziran 2011 Çarşamba

mut yokuşundan iniyorum.

sağda rüzgar,
solda güneş!

zincirleme haykırışlar duyuyorum,

az önceydi bir köpek havlaması
şimdide bir kedi...

herkes bir suçlu peşinde,
bir katil,
zanlısını arıyor.


bir yağmur damlası başına kaç insan düştüğünü hesaplıyorum,
kalabalık aşağıda,
yukarıda yağmur,
bir ıslanma telaşı sarmış, ayrılığımızı.

Tam ortasındayım yokuşun,
beride kaldı toprak kokusu,
sımsıkı sarıyor boynumu rüzgar,
üşüyorum...

Son otobüsü kaçırıyormuşçasına koşuyorum.

Kalıntıdır...




suya sabuna dokunmadan yazılmıyor pek,
kalemimi sorgulamakla
hayatımı yontmak arasında kayboluyorum
kendimden sakınıyorum bi yerde,
bi yerde, birine sığınıyorum.
bazen kaçıyorum bi şeylerden,
bazen, üstüne gidiyorum bile bile
birşeylerin.-bazen birilerinin-
görmesem diyorum oysa,
gelmeseler üzerime,
yaşasak biz öylece,
süzülürcesine,
yayvan, akışkan ve hızlı aksa hayat,
suya sabuna dokunmadan?
öylece yaşasak...


21 Haziran 2011 Salı

şşt!
çok uzakta kaybetmeler var duyulmamalı...
gördüğünü görmesin yalnızlıklar,
başına üşüşmesin...

şşt...
umutsuzluk artık satmıyor yalnızlığını,
konuştuğunu bilmesin diğer yalnızlıklar,
başına üşüşmesin.

şşt?
dinle, geçmişten biri bağırıyor,
've sonsuza dek...'
sonsuz diye bir şey yoktur. aman ha
bildiğini anlamasın sonu gelecek olanlar
başına üşüşmesin.

sakın ha,
yazık olur yalnızlığına...

17 Haziran 2011 Cuma

gerçeği söyleseydim?

'isimsiz şiirlerin, kaybolmuş mısralarındayım' desem,
mısralarımı çok sıkıcı bulurdunuz.
ama ben size yalan da söylemesem biraz,
sıkıcı olmak uğruna.
ve git gide daha sıkıcı olsam,
doğrucu olduğum için dinler miydiniz beni?
ve daha da sıkıcı olsam git gide,
taşlama merasimlerinizden nasibinizi alır mıydım ben de.

gel gelelim, kayıp mısraların, tanıdık yüzlü şairlerinden selam getirdim desem,
hangisi gelirdi aklınıza,
daha da önemlisi,
lütfeder miydiniz?
-neye?-
bir selam göndermeye, belki bir şiir okumaya,
lütfeder miydiniz?

peki hangi şair gelirdi aklınıza,
Attila ilhan gelse muhtemeldir,
'ben sana mecburum' deseniz,
ve bir cananı ansanız, yarım,
gözlerinizi kapatıp,
en fazla bunu mu yaparsınız?

oysa nasıl bildik ki biz onları,
nasıl bildik biz attila ilhan'ı?

-sanki sokaklarda ittihatçı namluları,
sanki geceyi sehpalar ayakta tutuyor,
bu giden gemi sinop sürgünlerini götürür,
bu kapanan kapı dövülecek olanın arkasından,
sen ise çoktandır kurşuna dizilmişsin, nedendir bilmezsin-

Gerçeği söyleseydim, sıkıcı mı bulurdunuz?



.

Kedilerine de alıştım buraların. yokuş inişlerinde ve çıkışlarında apayrı iki hikaye yaşanır bu sokaklarda. bu yokuşların bir sabah inişleri vardır, bir akşam 5 çıkışları. inişleri vardır geceyarıları, ve çıkışları vardır güneşin doğuşuna yakın.

Hikayelerine de alıştım buraların, bir boğaz manzarası eşliğinde yaşanıyor hayat. dışı sizi, içi kimi? yarını düşünmeye izin olmayan sokaklarda, yarın olurken bütün gece lambaları arızalıdır, bir boğaz manzarası eşliğinde.

Biz zamanlar, şairler çıkarmış sokakların, dedikodu kazanına da alıştım. Burada hayat başkalarının hayatlarında avutuluyor. çöp torbalarından anlaşılıyor ya insanların zenginliği, ona yanarım, bir zamanlar bir şair çıkarmış sokaklarda...

'ayıptır söylemesi vakitsiz üsküdarlıyız abiler!!'

4 Haziran 2011 Cumartesi

p.

insanların seni senden talep edişlerinde,
kayıtsız kalır ya insan,
parçalara bölündükçe, -küçüldükçe-
bir paçavra olup kalıyoruz.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

.

bir güneşi daha doğurduk; kırık, dökük ve bulaşık seher vakitlerinden.
İstanbul yavaştan süzüyor, insanlarını...
insanlar, yaşlısından daha az yaşlısına katman katman uyanıyorlar yataklarından...
en yaşlısı en alt katmanından, açıyor penceresini,
kahverengi gökyüzüne diliyor gününün ilk dileğini,
bir üst katta, size göre çocuk elbet, ama bana göre genç,
benim yaşımda yani,
yani, başında bir şeylerin,
birisi yani,
en azından insan,
yeşil bir denizi selamlıyor penceresinden...
insanlar uyanmak üzere olan insanlar var,
yeni bir gün, yeni bir güneş...
insanlar...
uyanacak olan insanlar var,
bir de tam o sırada, uyuyacak olan insanlar,
-sanki asıl konumuz onlarmış gibi
tadımız mı kaçıyor,
ekşiye tuz katıyormuşçasına?
sanki asıl konumuz onlarmış gibi-
uyuyacak olan insanlar da var o sırada
-sırası mı şimdi?
sen de iyice edipe benzedin!!-
ne yapıyorlar?
bir saat, saniye, ve salisenin zamanı programlayabildiğinden
habersiz,
ve habersizler bir çok şeyden,
-ama haberleri de vardır elbet birşeylerden,
kulakları varsa onların eğer-
onlar,
kaçıyorlar yeni doğan güneşten,
kapalı perdeler izin verdiği müddetçe,
uyuyacaklar!
-oysa ki
kaçamazlar hiç bir zaman,
zamandan-

güneşin doğuşu,
batışı,
ve saliselerden bile kaçarak,
uyuyacak onlar...

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Zamansızlık üzerine yazılan aforizmaları vardır insanların,
zamanın bilinmezliğiyle başlar-Ne zaman?-
çoktan gitmiş olmasıyla sona erer.-keşke-
oysa ki ben ve benim gibiler,
zamanı elimizde bir çiçek gibi tutmaya çalıştığımız çağımızdayız.
zaman bizim olamayacağına göre,
belki de çağındayız başka bir şeyin,-neyin?-
işte o her neyse,
biz onun tam ortasındayız,
bir hayatın belki,
belki bir aforizmanın,
her şekilde kısa ve öz bir zaman aralığının,
tam ortasındayız.
geçmekte olanın tam üzerinde,
iğne deliğinden geçmeye çalışan ip gibi,
deniyoruz.
denerken,
zamansızlığımızı ortaya koyuyoruz.
bir aforizmanın tam ortasında,
susmak aslında, yaptığımız.
zaten kısa, zaten öz olan yaşamında,
bir hayvanı öldürmek gibi,
amaçlı ve sığı
davranıyoruz.
yani ben ve benim gibiler....

15 Mayıs 2011 Pazar

Doldurulması gereken boşluklar üzerine...

Neden biz hayatı anlamak zorundayızdır da;
onun bizi anlamasını beklemeyiz?
neden beklemeyelim?
Oysa ki, bizi dinlemeye niyetli olsaydı hayat;
Kitaplar yazmaya razıydık.
Onu anlamak için yazılmış kitaplardan bıkkındık çünkü...
Bizimkisi bir susma hali,
Dinlemeyene karşı yapılması gereken,
susmaktır çünkü,
belki o zaman dinler..

8 Mayıs 2011 Pazar

':'

O hikayedeki yabancı bendim.

Uslamar Parkında yalnız yürüyordum. elimde bir şişe vardı, içindeki içeceğin ne olduğunu anlamazdınız. Ben, su diye içiyordum da insanlar garipsiyordu biraz. İnsanlar beni hep garipsemişlerdi zaten... Garipsedikleri anları seviyordum, birbirlerini fark etmediklerinden daha iyiydi beni garipsemeleri...

Uslamar Parkı'nda yalnız yürüyordum. Elimde bir şişe vardı, kafamda düşünce yoktu. İnsanları seyrediyordum. Bir hikaye vardı ortada, bense o hikayenin yabancısıydım. Günlerden pazardı sanırım. Bunu takvimi iyi takip ettiğimden söylemiyorum. Çünkü o gün park kalabalıktı. pazar günü olduğunu parkın kalabalık olmasından anlardım...

günlerden pazardı, annenin biri çocuğunu gezdiriyor, bir yandan da güzel havanın tadını çıkarıyordu. iki arkadaş, birbirlerine bir şeyler anlatıp gülüyorlardı. Başka bir 'köşe'de iki sevgili -görseniz siz de sevgili sanırdınız- birbirlerine gülümsüyorlardı. İnsanların mutlu olduğu sınırlı anlardandı... Mutlu olunması gereken anlardı.

Bense bu hikayenin yabancısıydım.

1 Mayıs 2011 Pazar

Savunmamdır...

2011,
mayıs,
olduğum yeri sorgulamamış olmanın mutluluğu,
olmak istediğim yerin cazibesinin şevki ile
cebimdeki 3 kuruşu
benden almak istediğiniz 5 kuruşu
umursamıyorum.
gereğinin yapılmasını arz ederim.

28 Nisan 2011 Perşembe

.

İnsanlar ikiye ayrılırlar; hayatın bir anlamı olduğuna inananlar ve bir anlamı olmadığını bilenler. Hayatlarının birer anlamı olduğunu zannedenleri ise bunun ne olduğu hakkında bir fikri olanlar ve bunun ne olduğunu arayanlar olarak ayırabiliriz. İşte o 'arayışı' hayatlarının bir parçası haline getirmiş olanlar için hayat bir yoldur. Kimi için anlam bedeninden büyük bir yerlerdedir, birkaç bedendedir mesela, ailededir yahut mahallesinde, toprağında ya da vatanında... Kimi için o anlam o kadar küçülmüştür ki artık kendi içinde bir yerlerde kaybolmuştur. her nasıl olursa olsun, anlam kayıptır onlar için, zamanı kaybetmek kanıksanmıştır, mutluluk ise teknik olarak bir aldatmacadır. ancak yine de gerçeği bilmek mutlu etmez adamı...

13 Nisan 2011 Çarşamba

kaybedilecek olana ağıt

Bir edip şiiri,
edepsiz bir hayatı anlatan,
bir edip şiiri.
okuyabilmek hala mümkünken hani,
o şiirin yazıldığı anı hayal edebilmek,
- ki muhtemelen denize bakıp, balık tutmaya çalışan insanlara yazılmıştır-
çünkü en edepsiz edip şiirleri, kaybetmek üzerine yazılmıştır.
ama hayat anlamsızdır.
bu kadar anlamsızlığın içinde,
kaybetmenin anlamını,
kaybetmeden sorgulamak,
ne çeşit bir ağıttır?
ki ben insansam,
geleceği tezahür etmeye çalışan tek varlığım,
ama geleceği de bilemem oysa hiçbir zaman.
yine de bir ağıt içimde,
gözümün önünde eriyip gidene mi,
kendime mi,
elimizde kalan,
acının tezahür meselesi...

28 Mart 2011 Pazartesi

keşke deme vakti.

Keşk...
dur söyleme,
peki söylemeyeyim.
söz vermiştin, unuttun mu? bu kabulleniş niye?
bazen de olanı kabullenmek gerekir.
ama çoğu zaman kabullenmemek.
seni götürmesine izin ver hayatın bir kere de olsa.
hayatın senin eserin olmasa da olur.
eser?
benim hayatım...
ben başkalarının hayatlarında bölünerek yaşıyorum.
her unutuş, bir ölüm.
her tanışma, bir doğum. mu sanırsın?
uyan uçurtmacı, geldik. keşke deme vakti!

18 Mart 2011 Cuma

Bir İstanbul Anısı

Uçurtmacı,'Hava soğuk' dedi, hızlı adımlarla vapura doğru ilerlerken kendi kendine... Kalabalık vapurun, konforsuz koltuklarında oturmaya yer arandı. Zor da olsa boğaz manzarasını görebileceği sıcak bir yer bulabildi. Karşısında muhtemelen işinden dönüyor olan, siyah parkalı kirli sakallı, her halinden Anadolulu olduğu belli olan, iri yarı bir adam oturuyordu. Cam köşesinde, takım elbiseli bir kadın, kulaklıklarıyla ortamdan çoktan ayrılmış, boğazı seyreder gibi yapıp, muhtemelen düşlerini gözden geçiriyordu. Buraya kadar yolculuk İstanbul şartlarında olağandı. Aniden, yaşları 9-10 olan iki küçük erkek çocuk yanına oturdu. Öyle bir hızla koşarak gelmişlerdi ki, kulaklıklı bayanın bile dikkatini çekmişlerdi. Karşıdaki adamsa hala donuk bakışlarla etrafını inceliyor, etrafında gelişen olayların farkında değilmişçesine, gözünü bile kırpmıyordu. Uçurtmacı o an farketmişti, adamın yolculuğun başından beri televizyondaki haberleri izlediğini... Eğer adamın baktığı yere bakmasaydıi uçurtmacı orda televizyon olduğundan bile haberdar olmazdı.

İki çocuk koşarak gelmiş olmalarından nefes nefese kalmış birbirlerine heyecanla birşeyler anlatıyorlardı. O derecesine tatlılardı ki, ne konuştuklarını duymayı isterdiniz. Uçurtmacı da bu yüzden çocukların söylediklerine kulak kesildi ama konuştukları hiçbir şeyi anlamadı. Kürtçe konuştuklarını düşündü çocukların. Daha bir merak etti uçurtmacı ama ne kadar kulak kesilse de anlayamıyordu.

Çocuklardan biri, yanlarında oturanın kendileriyle ilgilendiğini anlamış olacak ki, uçurtmacıya dönerek;
değil mi abi? diye sordu. Uçurtmacı ne yapacağını şaşırdı. Eli ayağına dolandı, böyle bir şeyi beklemiyordu. Ama kendini biraz toparladıktan sonra, Haklısın kardeşim. dedi. Çocuklar gülümsediler. Uçurtmacı gülümsedi;

Ne yapıyorsunuz bu saatte yalnız başınıza? diye sordu.

Abi, biz çengelköyde oturuyoruz aslında. Gitar alcaktık, Unkapanı diye bir yer varmış. Oraya gitcektik ama bulamadık. Şimdi de geri dönüyoruz. Sen Unkapanı nerede biliyor musun abi?

Biliyorum tabii ki, keşke vapura binmeden önce karşılaşsaymışız, ben de gitar çalıyorum. Sizin için iyi bir gitar seçerdik beraber...

Yolculuk boyunca konuştular. Çocuklar İstanbulluymuş ama birinin ailesi Batman, diğerinin ki de Mardin'den göçmüşler. Uçurtmacı, onlara gitar öğrenirken ne yapmaları gerektiğini dili döndüğünce anlattı. Onlara ismini, telefon numarasını, hangi okula gittiğini yazan bir kağıt verdi. Eğer canınız aramak isterse arayın olur mu? dedi... Uçurtmacı der ki şimdilerde, aylar geçti ama bir kez bile aramadılar. Umarım en güzel gitarı alabilmiş, en iyi şekilde öğrenmeye başlamışlardır.

(Tamamen Yaşanmıştır)

2 Mart 2011 Çarşamba

Boş zamanlarında düşünürdü... Boş zamanlarından geçen boş düşüncelerle hayatını şekillendirebilseydi, belki zeki olduğuna bile şükredebilirdi.. Ömrü boyunca kendini zekasında var eden bir insan, tembelliğiyle övünmemeliydi... Hata, insana; aptallık ona mahsustu sanki..

19 Şubat 2011 Cumartesi

bak şimdi!

şşşşşt! sus konuşma dedi!
konuşmuyordum ki. ıslık çalıyordum.
dalge geçtim biraz kendimce.
tiktaktiktaktiktaktiktak!!!
noldu! zaman geçti.
çokmu geçti!
yeterince geç.
ama erken değil onu biliyorum.
geriye alsaktı zamanı,
kalsaktı,
sonra durdursaktı..
yavaş yavaş sarsaktı,
sonra yine geriye sarsaktı.
silsekti hata bazılarını.
bazılarını, hangilerini mesela,
bazı tiktakları..
ama geriye sarsaktı.
değişirmiydi,
bir daha geriye sarmak istermiydik?
ama nasıl geri sarcaktık.
bu soruyu çözsem.
nasıl
buldum buldum!
bakşimdi.
katkitkatkitkatkitkatkitkatkitkatkitkatkit
sakın tersten okuma !oldu mu?
olmadı dimi.
hem ben!
niye uğraşıyorum ki bunlarla.
o benle uğraşıyor!

1 Şubat 2011 Salı

gölge

içimde bir gölge!
ve başka bir gölge,
gölgemin içinde,
gölgemin gölgesi,
ben değil miyim?
değil!

30 Ocak 2011 Pazar

Bekle!
sakla biraz daha, biriktir gözyaşlarını!
erken henüz daha onları dökmek için.
İçindeki bu kaybetme çabası niye?
devam et böyle!
sen!
devam ettikçe böyle,
sakladıkça hüzünlerini içinde,
kazanmak!!
hep duracak bir yerlerde!

25 Ocak 2011 Salı

!

söyleyecek şeyleri olan insanlar,
hep bir ağızdan konuşmasa,
bilseler dinlemeyi...
çobanlarımız da daha bir adam olur!

22 Ocak 2011 Cumartesi

Kazan.. kazı!

geçmişte bıraktıklarımızı nasıl hatırlayacağız?
geçmişi, bıraktık mı?
sürekli birkaç çift el aşağıya mı çekecek bizi,
biz yukarı tırmanırken..
ya da itecek mi?

kazan.. kazı!
kazan.. kazı!

'yarın yok'
madem,

dünü farkedemeden,
yarını hükmetme çabası,
yani bugün..
yarından önceki gün yani,
yani,
kaybettiğim günlerden sonra,
bıraktıklarımdan,
dünden sonra..
bugün..

ters çevirsek zamanı,
daha mutlu ölür müydük?

Kazan.. kazı!
Kazan.. kazı!

..

Diyorum ki,
ya da demiyorum..
vuruyorum, kırıyorum, okuyorum,
çığırıyorum ki,
evet, çığırıyorum...
ve ben çığlık da atıyorum bazen..
deli olmadığımı bil diye söylüyorum sadece,
ve bil ki,
-farkında olduğun birçok şey gibi-
adını bildiğin gibi mesela,
En az benim kadar delisin.
ama şunu da bil,
Ben deli değilim!

17 Ocak 2011 Pazartesi

kitap

yazdıklarımız..
söylediklerimizdir bir yerde,
benim yazdıklarım,
geniş zamanlarda söylediklerimdir...

bir kitap olsa yazdıklarımız,
bugünlerde bir kitapçının rafında dursa öylece,
kimse almasa ama,
şöyle güzel bi kapak da uydurursak,
bir de fiyakalı bi isim tabii ki,
ama almasa da kimse,
arada geçerken, gezerken rafları,
bir el değse, güzel bi kadının,
ya da dünyayı umursamayan bir genç daha bir tercihimdir..
ama tanımasın bizi,
içindeki sayfalardan birinde,
bir satırımızı okusa,
belki birkaçını..
fiyatına bakmadan mı koyardı yerine,
kitabımızı?


15 Ocak 2011 Cumartesi

güneşe kadar..

kaygısızca,
beş yaşında gibi,
kendimde gibi daha çok,
çocuk gibi,
özlemişim...

güneşe kadar!

14 Ocak 2011 Cuma

Sokak sokak ezberleyemem ya,
geçtiğim yolları..
kedilerinden tanırım...

9 Ocak 2011 Pazar

saat kaç?

Geç, kalınmışlıklar üzerinedir,geçlik,
yani gençlik,
yetişme çabaları üzerinedir,
doğru zamanda,
doğru yaşta olmadık ya hiçbir zaman!
geç kaldık ya da,
ya da erkenci miyiz bugün?

''saat kaç?''

yarına olan umursamazlığımız bugüne mi vurdu?
değiştiremeyeceksek şu anın vaktini,
kayıp giden zamana olan alakamız mıdır bizi oyalayan?

mesela,
yarın hangi gün diye soruyorsan,
bugünün ne olduğunu hiçbir zaman bilemedin!
andan anı çalmaya olan umursamazlığımız,
bir yerde,
bir zamanda,
mütemadiyen,
unutulacağımız
ve bugün..
ve yarın..

ve mezarlıklarımız tabii ki,
kafatası üstünde kafatası,
kemik üstünde bir başka kemik,
farklı zamanlar,
farklı hayatlardan,

ve mezarlarımız,
biz öldüğümüzde,
altımızdaki kemiklerin anılarının üstüne çökecek,
kemiklerimiz...

yarına olan umursamazlığımız,
bugüne vurdu!

Saat kaç?