9 Şubat 2016 Salı

küçük bi şehirdeki minik bir hikayesin artık. önemsizsin. kimseye mal olmadın, kimseye de mal edemezsin, yoksunluğunu. yaşamdan yoksun, umuttan yoksun olan bu durumunu dert etmeyişin, basiretinden yoksun.

kaybeden ve kaybedecek oluşun kronik. uçurtma metaforları da kurtarmıyor. Kazanmanın anlamını unuttun. Ne olsaydı kazanmış olurdun?

Bir senedi sonradan doldurmak gibi değil hayat, çocuğunu döven bir babaya velayet davası açmak kadar kolay da değil. Çocuğunu döven bir baba için hayat zor, babasından dayak yiyen bir çocuk için de öyle. Olanları uzaktan izlemek zorunda olan bir anne için de zor. Bu kadar zorluğun içinde bir "kurtarıcı" sıfatı da yüklenmekten son anda sıyrılarak bir velayet davası kazanmak çok kolay. Bir de bu yüzden para almak, güldürüyor adamı. Babalar, siz dövün! Dövün ki ben de paramı kazanıyım.Siz çocuklarınızı dövmeseniz biz avukatlar para kazanamayız. 

Neyse ki bu memlekette çocuklarını döven babalar kronik. Biz de bu yüzden çocuklar babalarından dayak yediği için değil de çocukları onları döven babalarından velayetini almak için para kazanıyoruz. Yani ekmek gibi, su gibi. Sürekli birilerinin bir yerde çocuğunu döven bir babadan çocuğu kurtarmak için dava açması gerekiyor. Yani insanlık tarihi boyunca biz yemek yemeye nasıl ihtiyaç duyduysak, artık zamanın her safhasında çocuğunu döven bir babaya velayet davası açacak bir avukata da ihtiyaç duyuyoruz. Bu yaptığım işi meşru kılıyor işte. 

Yaptığım işi meşrulaştırmak için, uğraştığım psikopatlıkların, kötülüklerin, insan öldürmelerin, dolandırmaların, işten atmaların, kazık atmaların bu toplumun bir parçası olduğunu kabul etmem  gerekiyor. Hem zaten yasalar da bu mantıkla yazılmıyor mu? dolandırılmak kronik olmasaydı bir toplum için, dolandırıcılık suçunun bir yasa ile düzenlenmesine ne gerek olurdu?

Peki dünyadaki bütün toplumların bağlı kılındığı yasalarda tüm bu kötülüklerin cezalandırılacağı düzenlenmişse, toplumdaki bu hastalıklı kısmın, - suç işleyen insanlar toplumun alerjik kısmını oluşturuyorsa eğer-  tüm toplumlarda olduğu sonucunu çıkarabiliyoruz. Ceza Kanunları'ndaki binlerce suçun, diğer kanunları da katarsak milyonlarca kusurun hukukta bir karşılığı olduğunda bu hastalığın ne kadar yaygın olduğunu kestirebiliyoruz. Hukuk işte bu kusurların dengelenmesi için var elbette, ama tüm bu kusurların toplumun tanımlanmasındaki yeri nedir?

Yani "bizim kanunlarımızla dolandırıcılık yasaklanmıştır, ama dolandırıcılık yapanımız da çoktur" derken aslında düz insan olarak, standart insan olarak toplumu oluşturan bireyi de tanımlamış da olmuyor muyuz? Tamam hepimiz dolandırıcılık yapmıyor olabiliriz, ama birine hakaret etmişizdir ya da hakaret etmediysek eşimizi aldatmışızdır, eşimizi aldatmadıysak borçlarımızı ödememişizdir, borçlarımızı ödemişsek, evrakta sahtecilik yapmışızdır vs. vs. Kusursuz insan yoksa, kusursuz toplumu öngören yasalar neden var? Yasalar olan toplumu yansıtmıyorsa, bireyler ideal toplumun ideal bireyleri değilse, biz ideal yasalar yapmaya neden bu kadar kafa yoruyoruz? İdeal toplum olarak önümüze konan değerlere aykırı tutumlar bir toplumda bu kadar yaygınken, yasaların ne değeri kalıyor ki?

Belki de bu bir hsatalık değildir. Biz aslında suç işleyen, birilerine kazık atan insanlardan bahsederken toplumun yapısından bahsediyoruzdur. Tüm toplumlarda hukukun Haklı/haksız ayrımı konusunda bir araç olarak kullanıldığını düşünürsek, hukukun işlemezliği oranında haklı/haksızın belirlenmesi hukuktan bağımsızdır. İşte bu noktada toplum için haklı olanla hukuk için haklı olan birbirinden ayrılmaktadır. Bu örnekte toplum; aslında yapısal olarak ve hukuku işlemez kılarak kendi içinde haklı/haksız problemini otomatik olarak çözmektedir. Bu noktada yasalara bağlı olmakla yemin eden herkes için iki seçenek ortaya çıkmaktadır. Çünkü yasalar toplumun mevcut yapısını yansıtmamaktadır. Toplumun kuralları ile hukukun kuralları çelişmektedir. Bu noktada hukukçu; toplumun kurallarını yasalardan daha altta görüp, toplumu değiştirmeye çalışan bir tutum takınabilir. Diğer seçenek de yasaların toplumun kuralları olması gerektiğini düşünüp, yasaları kimi zaman da yasalara aykırı olarak uygulamayıp, toplumun kurallarını uygulamak. ikinci seçenek hukuku uygulayanların da toplumun bir parçası olan birey olduğundan hareketle hukukun etkisiz kılınmasıyla açıklanabilir.