15 Eylül 2014 Pazartesi

bir garip ağıt


Tramvayların, arabaların, seyyar mısırcıların
senin ve benim
farklı zamanlarda,
düşsüz olmak için yeterince güçsüz zamanlarımızda
karşıdan karşıya geçtiğimiz bu cadde;



üç tel bir sopayla bir sürü nota,
bir kırmızı elbise ve  uzun saçın uyumuyla
güzel olmak için yeterince naif olan bu kadın;

Ve tabii koca harflerle burnuna yazılı ŞH Beyoğlu'na aldırmaksızın,
yalnızca adam taşımayan bu vapur

emektarı ve demirbaşıdır da İstanbul'un.



Aşık mıyız yine
ve yine eski zamanlardan mı kaldı aşkımız,


yoksa bu sefer de mi yeni sandık kalp çarpıntılarımızı?


Bir kadının rakı kadehini tutuşundaki hüznünden mi yine sarhoşluğumuz?
Kadına mı, rakıya mı hüzne mi susamışlığımız?


Belki de sarhoş kalmıştık son kadın tutuşumuzdan, ama ayılmadık!


Üç tel bir sopayla bir sürü nota,
bir kırmızı elbise ve uzun saçın kıymetli uyumuyla,
onu naif sanmam için yeterince güzel kadın,


ve bize fazla kırmızı, bize fazla güzel, bize fazla rakı,


artık unutulmuşudur bu şehrin uçurtmacı,
yıkılmışıdır, en büyük kaybedenidir,


ki biz " cehalet erdemdir " dediğimiz anda ölmeyi düşünmüştük,
"akıl lanettir" demiştik de vazgeçmemiştik kendimizden,
e lanetlendik, kaybettik,
ama malesef ölmedik...