30 Mayıs 2011 Pazartesi

.

bir güneşi daha doğurduk; kırık, dökük ve bulaşık seher vakitlerinden.
İstanbul yavaştan süzüyor, insanlarını...
insanlar, yaşlısından daha az yaşlısına katman katman uyanıyorlar yataklarından...
en yaşlısı en alt katmanından, açıyor penceresini,
kahverengi gökyüzüne diliyor gününün ilk dileğini,
bir üst katta, size göre çocuk elbet, ama bana göre genç,
benim yaşımda yani,
yani, başında bir şeylerin,
birisi yani,
en azından insan,
yeşil bir denizi selamlıyor penceresinden...
insanlar uyanmak üzere olan insanlar var,
yeni bir gün, yeni bir güneş...
insanlar...
uyanacak olan insanlar var,
bir de tam o sırada, uyuyacak olan insanlar,
-sanki asıl konumuz onlarmış gibi
tadımız mı kaçıyor,
ekşiye tuz katıyormuşçasına?
sanki asıl konumuz onlarmış gibi-
uyuyacak olan insanlar da var o sırada
-sırası mı şimdi?
sen de iyice edipe benzedin!!-
ne yapıyorlar?
bir saat, saniye, ve salisenin zamanı programlayabildiğinden
habersiz,
ve habersizler bir çok şeyden,
-ama haberleri de vardır elbet birşeylerden,
kulakları varsa onların eğer-
onlar,
kaçıyorlar yeni doğan güneşten,
kapalı perdeler izin verdiği müddetçe,
uyuyacaklar!
-oysa ki
kaçamazlar hiç bir zaman,
zamandan-

güneşin doğuşu,
batışı,
ve saliselerden bile kaçarak,
uyuyacak onlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder