9 Ağustos 2015 Pazar

Ambulans şoförlüğü hayalinin mesleği değildi. Yazar olmak istemişti hep. Yazar olmanın insanca yaşamakla bir alakası vardı ona göre. Yani yazar olmak için değil, insanca yaşamak için... Kim bilir belki de yazmak için hiç değil.

İsmi Murat'tı. Alabildiğine bilindik bir Türkiye'nin, alabildiğine sıradan bir ismi olabilir, ama aslında yazar olmak isteyen bir ambulans şoförü olması onu elbette diğer ambulans şoförlerinden ayırıyordu. Üstelik bunun için yazması gerekmiyordu bile.

Gündüz çalışırdı. Gece uyurdu. Arada yemek yerdi. Bazen sigara içer, bazen de kadınlarla sevişirdi. Tabii ki aslında İstanbul'lu değildi. sorduklarında söyleyecekleri başka bir memleketi vardı. Bir de sorduklarında ambulans şoförüyüm derdi. Bunu gururla söylerdi, kurtardığı insanların listesini tutar, bununla hava atmayı iyi bilirdi. Yetişemediği insanları hatırlamazdı.

Mesai onun için farklı başlamadı, Taksim/Beyoğlu bölgesinin en hızlı ambulansı onunki diyebilirdiniz. Önce Gezi'nin orada bir Kalp krizi, sonra çay molası, kahvaltı derken Kabataş'ta bir yayanın ezilmesinden sonra gün pek de sakin geçiyordu aslında. Yavaş yavaş yağmur bulutları Taksim Meydanı'nın üstünü sarmaya başlamıştı. Nostaljik Tramvay o sırada heykelin etrafını yeni dönmeye başlamıştı ki yağmur bulutları Taksim'i ıslatmaya başladı. Çok geçmedi telsizden Şişhane'de bir ağır yaralıyı bildirdiler. Adam vurulmuştu. Bilinen tek bilgi buydu. Ambulans şoförü yaralıyı düşünmedi, öldü mü diye düşünmedi, kim vurmuş diye düşünmedi. Ambulans şoförü olmak bunu gerektirir çünkü, profesyonellik budur ambulans şoförlüğünde. Acaba kaç çocuğu vardı vurulanın, yetişemezlerse kaç çocuk babasız kalacaktı?

Biliyor musunuz bu sefer düşündü ambulans şoförü bunları. Bir hikaye yazmak isteseydi böyle bir hikaye yazabilirdi. Vurulan bir babanın yetim kalan çocuklarının kalan hayatıyla ilgili. Belki intikam peşinde koşarlardı, belki umursamazlar hayatlarına devam ederlerdi. Duruma göre çocukların yetimhane maceraları da bir senaryo ortaya çıkarabilirdi.

Hani düşündükçe daha iyi düşünmeye başladığımız zamanlar olur. Bir anda beyin damarlarımızı tıkayan pislikler kaybolur, bir yandan hayaller kurarız bir yandan düşünmeye devam ederiz. Sanıyorum o anda bizim ambulans şoförü Murat'ın başına gelen de böyle bir şeydi. Ambulans'ı hızlıca sürerken aklından geçenler onu gülümsetiyordu. Bir yandan gaza basmaya devam ediyordu tabi. Taksim'den İKSV'nin orası ne kadar ola ki, ne kadar gaza basabilirdiniz? yürüyerek bile en fazla 5 dakika süren bu yol, önü diğer arabalar tarafından açılan bir ambulans için kaç saniye sürer ki...

Ama yol bitmedi işte. yağmurlu bir hava, ıslak yollar ve düşünceli bir ambulans şoförü o yolun bitmemesi için bütün sebepleri bir arada toplamıştı. Kasımpaşa'dan aşağı doğru yuvarlanan ambulansı, yolu TRT'nin oradaki çay bahçesinden izleyenler, azalan ve uzaklaşan siren sesleri olarak takip ettiler bir süre. Sonra ses yok oldu, sonra ince bir sessizlikle beraber yağmur da bulutlarıyla kayboldu. Sanki " artık siren sesi sustuğuna göre gidebiliriz" dedi bulutlar.

Murat mı? Elbette öldü. Belki de ilk defa yetişmeye çalıştığı birine gerçekten yardım etmek istemişti, belki de sadece aklı yazacağı öykülerdeydi. Yazamadı...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder